Hayat Problem Çözmektir ve Zorluktan Sonra Huzur Vardır
“Levin biçtikçe her şeyi unuttuğu, artık tırpanı kollarının sallamadığı, tırpanın kendiliğinden savrulduğu, kendisiyle birlikte Levin'in canlı bedenini salladığı anlar daha sık oluyordu. Ortada bir büyü varmış gibi böyle anlarda iş en iyi, en düzgün biçimde kendiliğinden oluveriyordu. En mutlu dakikalardı bunlar.”
Bu cümleler, belki size de hemen tanıdık
geldi. Tolstoy’un Anna Karenina’sında çizdiği mutluluk anlarından biri. Hani,
“Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir
mutsuzluğu vardır” ifadesiyle belki de dünya edebiyatının en çarpıcı açılış
cümlesini barındıran romanı. Yukarıdaki cümleler de, Tolstoy’un (kendisini
andıran) romanının kahramanı, iyi kalpli asilzade Levin’in “… renk renk giysili
köylü kadınlar”ın “neşeyle bağıra çağıra ot” biçmelerine imrenerek, kendisini
akışa kaptırdığı anı anlatmaktadır.
Asilzade Levin’in, köylü kadınların şarkılar
söyleyerek, şakalaşarak, neşe içinde çalıştıkları anı uzaktan imrenerek
izlediği sahneler, romanın 20 yıldır aklımdan çıkmayan bölümleri oldu. Zira,
“İnsanlar ne zaman mutlu olur?” sorusuyla yakından
ilgili.
Sahi, insanlar ne zaman mutlu olur? Dahası, bu
doğru bir soru mudur?
Bu, belki de insanlık tarihinin en eski
sorusudur. Felsefeyi “göklerden yeryüzüne” (erdemli bir insan hayatının ne olduğunu sorgulamaya) indiren Sokrates’ten beri
ise felsefenin de ana temalarından birini oluşturur mutluluk. Her ne kadar
Sokrates ve takipçileri hazza değil, erdeme vurgu yapsalar da. Oysa J.S. Mill’e
göre baştaki sorumuz yanlış, nitekim “kendinize mutlu olup olmadığınızı sorun;
mutluluğunuz sona erecektir” diyecektir ünlü filozof.
O halde mutluğu nerede aramalı?
Rahat ve huzurlu zamanlarda mı? “Rahat” ve
“huzur”un tanımının da mutluluğun tanımı kadar muğlak olması bir yana, bu
alanın ünlü bilim adamlarından Mihaly Csikszentmihalyi’ye göre, bu da doğru bir
yaklaşım değil. Zira, O’na göre en mutlu olduğumuz anlar “genel olarak
inandıklarımızın aksine … hayatlarımızın en iyi anları, dingin, rahatlatıcı
zamanları değildir … En iyi anlar genelde, bir kişinin bedeni ve zihni zor ve
değerli bir şeyi başarmak için gönüllü bir çabayla sınırlarına kadar zorlandığında olur”.
Viktor Frankl, daha da ileri giderek, mutluluk
için “insanın kendisinden daha büyük bir yola kendisini adaması”ndan bahseder.
Meşhur eseri İnsanın Anlam Arayışı
kitabının önsözünde, “Başarıyı hedeflemeyin, onu ne kadar çok hedeflerseniz o
kadar kaçırırsınız. Çünkü başarı da mutluluk gibi takip edilemez; insanın
kendisinden daha büyük bir yola kendisini adamasının istenmeyen (kendiliğinden ortaya çıkan –
M.M.) yan etkisi olarak gelmelidir” cümlesi dikkat çekicidir.[1]
İlk bakışta pek de müjdeli bir haber gibi
durmayan bu satırlar mutluluğun sırlarından birini ifşa ediyor aslında.
Tolstoy’un zorlayıcı bir iş sırasında
“ortada bir büyü varmış gibi … iş kendiliğinden oluveriyordu” dedikten
sonra “En mutlu dakikalardı bunlar” diye anlattığı durumla ne kadar uyumlu,
öyle değil mi?
Tolstoy’un bu cümlelerindeki ima, bilim
felsefesinin büyük ismi Karl Popper’ın ölümünden kısa bir önce basılan son
kitabı, Hayat problem çözmektir’in[2]
başlığının bana çok etkileyici gelmesinin sebebiydi belki de. Zira, garip bir
şekilde, bu cümledeki “problem çözmek” ifadesinin müjdeli bir tınısı vardı ve
kitabı hemen alıp okudum. Müjdeli, zira çocuklarımızın derdi meşhur “havuz
problemlerini” değil :), sorun çözerek hayatın ve medeniyetin ilerleyerek
akmasına yapılan katkıyı ifade ediyor. Popper, kitabına ismini veren 1991'deki
Bad Homburg konuşmasında, insanlığın bilim ve teknikteki başarılarının insan hayatını
nasıl geliştirdiğini akıcı ve çarpıcı cümlelerle ifade ederek, aslından tüm
nostaljik yakınmalarımıza rağmen tarihin en iyi ve müreffeh zamanlarını
yaşadığımıza dikkat çekiyor.[3]
Tabi, bütün bunlar, sayısız bilim ve düşünce insanının (Csikszentmihalyi’nin
meşhur ettiği kavramla) kendini “akış”a (flow) kaptırarak, adanmışlıkla
yaptıkları çalışmaların eseri.
Bu aynı zamanda, bireyler olarak “anlamlı ve
huzurlu” bir hayat yaşamamızın da “akış”tan geçtiğini gösteriyor.
Csikszentmihalyi’ye “akış”[4]
kavramını bulduran da (O’ndan bir yüzyıl önce yazan Tolstoy gibi) sanatçıların
en mutlu ve verimli anlarını tarif ederken “akış” kelimesini sıkça kullanmaları
olmuş.
Peki akış nasıl yaşanır? Akış hep insanın
“sınırlarına kadar zorlandığında” mı olur? Aslında hepimiz zaman zaman akışı
yaşarız ve bu illa da zorlu bir süreç değil. Aksine, kendimizden geçercesine
akışa kapıldığımız anlar, ne bizim yeteneklerimizi aşacak ölçüde zor, ne de
yeteneklerimize göre sıkıcı olacak derecede kolay olmayan zamanlarda yaşanır.
Zaten kendimizi akışa kaptırabilmemizi
sağlayan da bu. Bu da bizi peşinden sürükleyen hedef ve ideallerimizle ilgili.
Frankl’ın bahsettiği adanmışlık, işte
bu türden ideallerle ilgili.
Peki, günlük yaşamda akışı ne zaman
yaşarız?
Zaman kavramını yitirircesine, bedensel
ihtiyaçlarımızı unutarak, tam bir konsantrasyonla bir şey yaparken. Bu anlar,
biz farkında olmasak da, en mutlu anlarımız. “Hayatın anlamı nedir?” gibi
felsefenin kadim sorusunu aklımıza getiremeyeceğimiz ölçüde (zira anlam tam da burada), sonuca değil
sürece odaklandığımız anlarda. Çocukluğumuzdaki bize yemeği bile unutturan
oyunlarımızda olduğu gibi.
İşin büyülü bir tarafı da, zor bir sürecin,
pes etmediğimiz takdirde, birden kolaylaşıp kendiliğinden aktığı bir sürece
girmesi. Levin’in ot biçerken yaşadığı, “tırpanın kendiliğinden savrulması”
gibi. Zira, gerçekten “Her zorluktan sonra bir kolaylık var”.[5]
Zevk alacağımız bir meslek ve hobiler, bize akışı bir ömür boyu yaşatabilir.
Hafızamızı bu gözle yoklarsak, hayatımızda
akışı yaşadığımız anları bulabiliriz. Yalnız bir anne veya babanın çocuklarını
tek başına büyütmeye çalışırken, kendini unutarak yaşadığı günleri düşünün.
Kaygı, endişe (ve bu yüzden yapılan hatalar) ve sevginin/şefkatin tarifsiz
mutluluğunun bir karışımı içinde,
fark edilmeden hızla akıp geçen yıllar … Veya üstesinden geldiğimiz bir işin
sonucunda yaşadığımız, torunlarımıza kadar nemli gözlerle anlatacağımız, “ne
günlerdi” dedirten anılar.
Freud’un ifadesiyle, “Bir gün geriye dönüp
baktığınızda mücadele günlerinizin en güzel günleriniz olduğunu göreceksiniz.”[6]
Müsaadenizle, yazıma küçük bir anımla son
vermek istiyorum.
Yüksek lisansımı yaparken, son döneme fazla
ders bırakmıştım ve dersin birisi beklediğimden çok daha fazla talepkardı.
Diğer dersleri bitirip, son haftayı boş bırakarak, bu dersin ödevini
yapacaktım. Son üç güne girdiğimde ödevin ana hatları ancak oluşmuştu. Yazmaya
başladığımda birinci günü uyumadan geçirmiştim. İyi gidiyordu, süreçten
memnundum ama ödevin sonu hala görünmüyordu. Sadece yemek için ara verip,
litrelerce kahve içerek uyumadan üç gün geçirdiğimde, nihayet bitirmiştim.
Buraya kadar dayanan bedenim, ödevin (“akış”ın) bitmesiyle birlikte olanca
yorgunluğuyla birlikte kendini hatırlatmaya başlamıştı. Ödevimi teslim etmek
için okula gidiş gelişimi hayal meyal hatırlıyorum. Kendimi yaklaşık iki günlük
bir uyku için yatağa (muhtemelen) düşercesine bıraktığım anı ise
hatırlamıyorum. Ancak, uyandığımda yaşadığım mutluluğu anlatamam.
Hayatınızın bir akış mutluluğu içinde geçmesi
dileğiyle,
Sevgiyle kalın.
[1] Bu cümleler bana, Gemi Yapımcısı’nın
bilge zanaatkarı Barnabas’ın “senin, bir lider olarak görevin gemi inşa etmek
değil, insan inşa etmek. Gemiler yalnızca senin çabanın yan ürünüdür” cümlesini
hatırlattı. Ana fikir aynı: Hayatta güzel davranış ve ilkeler sonuç doğruyor,
başarı ve mutluluk bunların yan ürünü. http://yazarlar.coachteam.com.tr/gemi-yapimcisina-sukranlarimla/
[2] Karl R. Popper, Hayat Problem
Çözmektir, Çev. Ali Nalbant. Yapı Kredi Yayınları, 2018, 8. Baskı
[3] “(Sözgelimi) Yaşadığım ülke Hollanda’da bugün sosyal yardım alan evsiz
bir insanın 1950’de yaşamış ortalama bir Hollandalıdan daha fazla, Hollanda’nın
anlı şanlı Altın Çağı’nda (sömürge
imparatorluğu dönemi – M.M.), … yaşamış olanlardansa dört kat fazla harcayacak
parası var” (Rutger Bregman, Gerçekçiler İçin Ütopya, Çev. Duygu Akın, Domingo,
2018). Tabii, her şey mükemmel değil (işsizlik ve gelir dağılımı eşitsizliği
gibi) önemli sorunlar da var. Ama, karamsarlığa kapılmadan, ilerleme imkanını görmemiz gerekir.
[4] Mihaly Csikszentmihalyi, Akış:
Mutluk Bilimi, Çev. Barış Satılmış, Buzdağ Yayınları 2018.
[5] İnşirah Suresi, 5-6.
[6] Mark Manson, Ustalık Gerektiren
Kafaya Takmama Sanatı, s.84. Çev. Pınar Savaş, Butik Yayıcılık, 2018
Yorumlar
Yorum Gönder