Mutluluğa Programlanmak 2

1. Giriş

Bir orman hayal edin. İki avcı, bir geyiğin peşinde, gözleri ufku tarıyor. Başka bir grup ise nadide bir çiçeğin peşinde ve gözleri zemine odaklanmış. İki grubun işi de bir bakıma avcılık, ama ilki bir yaşama son veriyor, diğeri ise saklı kalmış bir güzelliği ortaya çıkarıyor. Yolu kesişen bu avcılardan biri geyiği kovalarken nadide bir çiçeği görmez ve ezip geçer, diğeri ise çiçeği ararken geyiği ürkütüp kaçırır. İkisi de birbirine kızgındır. Aynı yerdeler ama aynı şeyi gör(e)mezler. Bir üçüncüsü de var ki, ne av ne de keşif peşinde; bir güzelliği seyre dalmış sadece.

Sonuçta kim neyi ararsa, onu bulacaktır. Belki “her arayan bulamaz, ama bulanlar arayanlardır”.

Aşağıdaki resimleri bu gözle inceleyin. Üç ayrı bakış açısı, üç ayrı sonucu vermez mi? Öyleyse, aramak yetmez, bakış açınız da aradığınıza uygun olmalı, uygun değilse değiştirmelisiniz, değil mi?

Üç ayrı bakış açısı, üç ayrı hayat çizgisi: Neyi ararsanız, onu bulursunuz.

2. İnsan Değişir Mi?

“Bazı insanlar yeteneksizdir işte, ne yapsanız değişmez”.

Bu söze katılıyor musunuz?

“Öyleyse”, diyor eğitimci Dr. Amy L. Eva[1] “bir de şunu dinleyin: bilimsel araştırmalara göre, insanın kapasitesinin değişeceğine inanmak daha az depresyon, daha iyi bir sağlık ve daha büyük bir başarı demek”.

“Ama bazı öğrenciler daha hızlı öğrenir, çünkü daha yüksek bir potansiyele/zekaya sahiptir.”

Buna ne dersiniz?

“Hızlı öğrenmenin nedeni olarak doğuştan gelen yeteneği gösterebilirsiniz, ama bunu yapan öğretmenler bazı öğrencilere kapılar açarken, bazılarına da kapatırlar” diyor, Doğuştan Gelen Yeteneğe İnanmanın Karanlık Tarafı kitabının yazarları Anders Ericsson ve Robert Pool[2]. Dahası, “Buna inanırsanız, ‘yetenekli’ olanları cesaretlendirir ve desteklerken, geri kalanların cesaretini kırar ve kendini gerçekleştiren bir kehanet sarmalına yol açarsınız”.

İnsan doğasına ilişkin bu iki yaklaşım, Stanford Üniversitesi’nden Carol Dweck’in[3] meşhur ettiği kavramlarla, iki ayrı durum/tutum ve bakış açısını yansıtıyor: Sabit Zihin Kalıbı (Fixed Mindset) ve Gelişim Zihin Kalıbı (Growth Mindset).[4]

İyi haber şu ki, bu kavramların anlatmak istediği artık bilimin laboratuarlarında doğrulanmış görünüyor: Geçen yazımızda bir giriş yaptığımız nöroplastisite (neuroplasticity) kavramı.

Mutluluğa programlanmanın mümkün ve sandığımızdan kolay olduğunu göstermek için, en iyisi konuyla ilgili kavramları birlikte (kısaca) incelemek.

3. Gelişim Zihin Kalıbı ve Nöroplastisite

Sabit zihin kalıbı, “insanların temel özellikleri (zeki veya değil, kibar veya değil, güçlü veya değil…) doğuştan gelir ve yaşamı boyunca pek de değişmez” anlayışını ifade eder. Gelişim zihin kalıbı ise bunun tersidir; bilinçli zihinsel tutum ve uygun yaşam pratikleri ile herkes yaşam boyu kendini ve yeteneklerini geliştirebilir.

Araştırmalara göre, gelişim zihin kalıbı pratiği yapıldıkça, karşılaşılan engeller aşılabilir görünür. Bu şekilde, çaresiz olmadığımızı, gelişebilir ve yeni durumlara uyum sağlayabilir olduğumuzu fark etmemiz kritik önem taşır. Bizim gibi diğer insanların da değişebilir ve gelişebilir olduğunu fark ederiz. Bu bakış, zaman zaman hissettiğimiz psikolojik baskıları azaltır ve karşılaştığımız yeni durumları bir tehdit olmaktan çok aşılabilir bir engel olarak görmemizi sağlar. Nitekim araştırmalara göre, gelişim zihin kalıbı pratiği yapan öğrencilerin genel olarak psikolojik dayanıklılığının (resilience) arttığı gözlenmiştir. Bunun getirdiği kazanımlar ise empati yeteneğinin gelişmesi, daha iyi bir dostluk ve sosyal ilişkiler ve daha çok işbirliği yapma eğilimi.[5] Tüm bunlar ise hem bireysel, hem de topluluk olarak başarının temel unsurları.

C. Dweck, bu iki zihin kalıbının etkilerini anlatırken, “henüz”ün gücünden bahseder; Chicago’da bir okul’da öğrencilerin geçemedikleri dersler için “henüz değil” (not yet) notu verilirmiş. “Başarısız” ifadesi umutsuzluk, “henüz değil” umut çağrıştırıyor. Okullarımız (yetişkinler için de yaşam tarzımız) “henüz değil” kalıbından çok uzak; sabit zihin kalıbını besliyor.

Bu iki zihin kalıbını ortaya koymak için C.Dweck öğrencilere seviyelerinden biraz daha zor sorular vermiş. Bir kısmı “zorluğu severim” diyerek bunu şaşırtıcı bir olumlulukla karşılamış ve zorluğun geliştirici olduğunu kavramış. Bu, gelişim zihin kalıbı; hemen pes etmiyor, denemeye devam ediyor. Öğrencilerden bir kısmı ise bunu bir felaket gibi algılamış ve ümitsizliğe düşmüş; bir daha denemek yerine sorundan kaçmaya çalışmışlar. Kimi kopya çekmeye, kimi ise kendinden daha düşük alanlarla vakit geçirerek kendini iyi hissetmeye çalışmış. Bu da sabit zihin kalıbı.

Bilindiği gibi, öğrenme demek, kısaca, beyin hücreleri arasında yeni bağlar kurmak demek. Nöroplastisitenin temeli de bu. C. Dweck’in gözlemlediği öğrencilerin beyinlerindeki elektriksel aktiviteler incelendiğinde, sabit zihin kalıbı olanlarda hiç elektrik yok. Hatadan kaçıyorlar. Gerçeklikle bağ kurmuyorlar. Gelişim zihin kalıbına sahip olanlarda ise yoğun elektriksel aktivite var. Beyinleri “henüz değil” diyerek hataları ile bağ kuruyor, onları düzelterek ders çıkarıyorlar.

C. Dweck’e göre, çocukları yetiştirme tarzımız bu sonuçları üretiyor: “Henüz değil” yerine bir sonraki sınavdan yüksek not alma derdinde olan bir öğrenci, eğitim sistemimizin ürünü.

Yine de, bu sabit zihin kalıbı ve gelişim zihin kalıbı neden var sorusu yeterince cevaplanmış görünmüyor? Sorun öğrencide mi? Neden bazılarımız bir kalıbı, bazılarımız ise diğer kalıbı benimsemiş görünüyoruz?

4. Nobel Ödüllü İktisatçı-Psikologların Katkısı

İki farklı düşünme sistemi olduğunu ortaya koyarak, 2002 Nobel Ekonomi Ödülü kazanan Daniel Kahneman ve aynı alanda 2017 ödülünü kazanan Richard Thaler’in çalışmalarının bu sorunun cevabına ışık tutacağını düşünüyoruz.  

Zira, 2017 Nobel ekonomi ödülüne layık görülen Richard Thaler da, Cass R. Sunstein ile birlikte yazdıkları Dürtme (Nudge) adlı kitaplarında, beynimizin insanı sersemleten olağanüstü yetenekleri yanında, insanı fena halde yanıltan yönlerine de dikkat çekerek, “insanlar nasıl oluyor da hem çok zeki, hem de çok budala olabiliyorlar?” diye soruyorlar.

Thaler ve Sunstein’ın cevabı, temelde 2002 yılı Nobel ekonomi ödülü sahibi psikolog Daniel Kahneman’ın meşhur ettiği insan beyninin ikili yapısında gizli: Otomatik Sistem ve Düşünce Sistemi (Kahneman 1. sistem ve 2. Sistem olarak adlandırır).[6]

Davranışsal iktisadın önemli isimlerinin dikkat çektiği beynimizin bu ikili yapısı, yukarıdaki sorumuzun cevabını verebilir: Neden bazılarımız gelişim zihin kalıbına sahipken, bazılarımız sabit zihin kalıbı içine sıkışmış durumda?

Çünkü, bazılarımız herhangi bir sebeple beyninin 2.  Sistemini yeterince aktive etme alışkanlığı ve cesareti kazanamamışken, diğerleri herhangi bir sebeple bu alışkanlığı kazanmış. O halde, doğuştan gelen yetenekler yaklaşımından vazgeçip, gelişim zihin kalıbı pratiğini geliştirmenin yoluna bakmalıyız. Bu yaklaşım, beynimizin plastik özelliği (nöroplastisite) ile birlikte düşünüldüğünde, konumuz açısından olağanüstü pratik sonuçları olan müjdeli bir haber.

Nasıl mı?

Devam etmeden önce, bu ikili sistemin ayırıcı özelliği ve birbiriyle ilişkilerine kısaca göz atmak faydalı olabilir. 

Otomatik Sistem
Düşünme Sistemi
Kontrolsüz
Çabasız
Çağrışımlı
Hızlı
Bilinçsiz
Ustaca
Kontrollü
Çabalı
Tümdengelimli
Yavaş
Farkında olarak
Kurallara göre

Otomatik sistem hızlı ve içgüdüseldir ve genelde düşünme ile işi olmaz. Tüm canlılarda ortak olan bu sistem temelde hayatta kalma ve varlığını sürdürme odaklı çalışır. Bu konuda canlıların (aslan, kaplan ve hatta kedi ile kıyaslarsak J) en gelişmişi olduğumuzu söylemek zor. Ancak insanı dünyada rakipsiz yapan ikinci sistem, yani düşünce sistemi ise sistemli düşünen, problem çözen, icat yapan ve neticede türümüzü fabrika ayarlarının dışına çıkartarak, diğer canlılar gibi doğanın bir parçası olmak yanında ona hükmederek yeryüzünde sürekli gelişen medeniyet(ler) kurduran yönümüz.

Bireysel olarak bu bize ne vaat eder? 

Kısa cevap, “hem zeki, hem budala” yönümüzden ikincisini bertaraf etmesiJ Hızlı Düşün Yavaş Karar Ver başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, otomatik sistem zaman zaman ağır sonuçları olan (en önemlisi kişisel gelişimimize set çekmesi) yanılgılara sebep olsa da temelde hayatta kalma odaklı yetenekleri ile günlük hayatımızı kolaylaştıran olağanüstü bir destek. İyi haber de bu sistemin Düşünme Sistemi ile sürekli güncellenerek gelişmesinin mümkün olması. Beynimizin plastik özelliği tam da bu noktada eşsiz bir imkan. Bu durumda, varlığımızı sürdürmede olağanüstü yardımcımız olan otomatik sistemimizin gelişmesi harika olmaz mı? Tabii, düşünme sistemimiz - şu satırları yazarken, herhangi bir türden bir problemi çözerken veya bir konu hakkında derin bir düşünme yaparken olduğu gibi - her gerektiğinde devrede olursa!

Otomatik sistemi, akıl yürütme ve yeni öğrenme süreçleri ile sürekli geliştiren ve her yeni aşamada otomatik sisteme yeni yeni otomatik işleyen yetenekler katan Düşünme Sistemimiz (aklı kullanma veya Kahneman’ın 2. Sistemi) tekil insanlar olarak bizleri ve kolektif olarak da toplumu sürekli bir üst versiyona taşır. Bu süreçte değişen ve gelişen bizim beyin/zihin yapımızdır. Daha önce imkansız görülen bazı işler artık aşılabilir engeller olarak görülür ki, ilerlemenin motoru da bu.

O halde soru şu şekle dönüşür: Sürekli gelişimizi sağlayan ikinci sistem nasıl etkinleştirilir ve nasıl kalıcı etkileri olan kazanımlara dönüştürülür? Başka bir deyişle, mutluluğa programlanma mümkün müdür?

İkinci sistemi, yani Düşünme sistemini aktive etmenin temel yolu eğitim (yaşam boyu öğrenme). Bunu biliyoruz zaten, ama sonuç vermiyor, değil mi? Bu yazının konusu pozitif psikoloji (değerler+karakter gelişimi) ve nöroplastisite çalışmalarının meyvesi kanımızca çözümün anahtarı: İnsani değerler temelli duygu ve deneyim pratikleri beynimizi olumlu yönde formatlarken, pozitif duyguları besleyerek dikkat ve algımızı artırmakta, en önemli zihinsel engelimiz olan depresyon ve anksiyeteyi azaltmakta, umudu büyütmekte ve (matematik dahil J) başarıya giden yolun beyin temelini oluşturmaktadır. Otomatik sistem yerine Düşünme Sistemi ile karar alma sürecinin yolu da açılmaktadır.

Olumlu duyguların Düşünme sistemini nasıl beslediğine yazının sonunda değineceğiz. Bu aşamada, değerler temelli eğitim ve pratiklerin işleyişini ve bu sürece katkısını nöroplatisite üzerinden biraz daha açalım.    

5. Kadim İnsani Değerlerin Mutluluk İçin Bilimle Buluşması: Nöroplastisite

Nöroplastisitenin imkanlarını konuşurken şu üç hususu akılda tutmalıyız:[7]

a) Beyin değiştiğinde, zihin de (daha iyi ya da daha kötü yönde) değişir.
b) Zihin değiştiğinde, beyin de değişir.
c) Bu çift yönlülükten yararlanarak, beyninizi değiştirmek için zihninizi kullanabilirsiniz. Sonra da dönüp, değişen beyninizle zihninizi daha iyi yönde değiştirebilirsiniz.

Bunları biraz açalım:

a) Beyin değiştiğinde, zihin de değişir: Beynimizin sol prefrontal korteksi (bilimsel terimlere bu aşamada takılmadan okuyun lütfen J) pozitif duygularla ilintili. Bu bölgenin sağ prefrontal kortekse göre daha fazla aktive olması, kendimizi daha mutlu hissetmemiz demek. Tersi olursa da mutsuz hissederiz. Öte yandan, kronik stres yaşayanlar, salgılanan kortizol hormonu ile birlikte beynin yeni hafıza oluşturma kapasitesini bir asit gibi aşındırır. Görüldüğü gibi, beyin değiştiğinde zihin de değişir.

b) Zihin değiştiğinde beyin de değişir: Duruma göre bu, geçici veya kalıcı bir değişim olabilir. Geçici değişimlerde, beyindeki nöro-kimyasalların akım seviyesi değişmiş olur. Sözgelimi bilinçli bir şükür/şükran pratiği yaptığınızda bu kimyasallardan mutlulukla (ödül) ilgili olan dopamin salgısı artar. Aynı şekilde, çok sevdiğiniz birinin resmine bakmak da beynin mutlulukla ilgi bölümlerini aktive etmeye yeter.

Beynin kalıcı değişiminde ise zihinde akanlar beyni bir heykeltıraş gibi şekillendirir. Bu arada zihni, kısaca “sinir sistemi içinde akan maddi olmayan enformasyon akışı” (çoğunlukla bilinçdışı olan sinyal akışı) olarak tanımlayabiliriz. Zihin beyinde aktıkça, dolaşan enformasyonun türüne göre, nöronlar yeni bir yapı oluşturacak şekilde birbirine bağlanır. Beynin hangi bölgesi meşgul ise (biz neyle meşgulsek) o bölgede yeni bağlantılar şekillenir, var olanlar güçlenir. Yani fiziksel yapısı değişir. Bunun en bariz örneği, taksi şoförlerinde, beyinlerinin görsel-mekansal hafızası olan Hipokampus kısmının bariz biçimde kalınlaşması. Bu, onların görsel-mekansal hafızalarının pratikle birlikte giderek gelişmesi demek.

Benzer bir gelişmenin meditasyon (veya huşu içinde bir ibadet) ve derin/bilinçli farkındalık (mindfullness) uygulaması yapanlarda da görülmesi ilginçtir. Bu türden pratiklerin beyin korteksinin ilgili bölümlerini uyararak dikkati artırdığı, yaşlanmayla birlikte gelen beyin hücreleri kaybını da azalttığını gösteren araştırmalar var; Yani, işleyen demir ışıldar. 

Tüm bunlar sağlık ve mutluluğumuz açısından iki önemli ipucu veriyor: Duygular ve deneyimler gerçekten önemli! Bunu ileride biraz daha açacağız, ancak burada şu kadarını öncelikle belirtelim: Güzel duyguların pratiği ve deneyimlenmesi kalıcı olarak beynimizi daha iyiye formatlar. Eğitim sisteminde (birkaç istisna dışında neredeyse bütün dünyada, ama belki bizde biraz daha fazla) bu iki hususun eksikliğinin öğrencilerde derin yaralar açtığına ilişkin yeterince veri var, maalesef.

c) Bu çift yönlülükten yararlanarak, beyninizi değiştirmek için zihninizi kullanabilirsiniz. Sonra da dönüp, değişen beyninizle zihninizi daha iyi yönde değiştirebilirsiniz: Bu da “bilinçli (kendi kendine) nöroplasitisete” veya “kişinin yön verdiği nöroplastisite” olarak bilinmektedir. Yani, bilgiyle, açık bir niyet ve kararlılıkla yapılan pratikler sonucunda beyin yapısının değiştirilmesi. Burada anahtar, dikkatin kontrollü biçimde kullanılmasıdır. Dikkatimizi neye yoğunlaştırırsak, beynimizi o yönde şekillendiririz. Sözgelimi, dikkatimizi kızgınlık veya pişmanlıklarımıza fazlaca yoğunlaştırdığımızda, adeta beynimize bu duyguları sürekli besleyen bir mini motor (parça) yerleştirmiş oluyoruz. Tersine, hayatımızın pozitif yönlerine dikkatimizi yoğunlaştırır ve bunları güçlendirmeye çalıştığımızda ise beynimizde bunu kalıcı hale getiren yapılar inşa ederiz. Anlamlı ve huzurlu bir hayat serimiz, bunun en güzelinin kadim insanlık değerleri ve Düşünme Sisteminin geliştirilmesi üzerinden –şükran, merhamet, empati, sosyal bağlar, hoşgörü-affedicilik, umut v.b.–  yapılabileceği inancı üzerine kurulu. (Bu konuların pratiği ile ilgili tasarladığımız uygulamaların bir örneği için bkz. http://coachteam.com.tr/duygusal-sorunlar-icin-serinkanli-cozum-egzersizi).

Özetle, “dikkat eğitimi (yani değerler önceliği) demek mükemmellik eğitimi” demek.

Bölümün başındaki sorumuza dönelim: Sabit zihin kalıbı içinde kalmaktan öğrenciler (kişiler) mi sorumlu?

Kişilerin sorunda payı elbette vardır, ama çocukluk ve eğitim çağında, aile ve tüm toplumun (hakim değerleri ve düşünme biçimi ile) bunda sorumlu olduğunu, dolayısıyla suçlayıcı anlayıştan süratle sıyrılıp, insanlık değerlerini esas alan bir yaklaşımda kendimizde ve herkeste gelişim zihniyet kalıbını beslemeye bakmamız gerektiğini görmeliyiz.

Zira bu, aslında kadim bilgelikte var ve bilim de artık bunun mümkün olduğunun sağlam delilerini sunuyor (Eğitimde değerler ve nöroplastisite konusuna gelecek yazımızda değineceğiz).

5. Sonsöz: Duygular, Deneyimler ve Kaderimiz

Duyguların, daha doğrusu duygusal tutumlarımızın fiziksel ve ruhsal sağlığımız açısından ne kadar belirleyici olduğuna dair çok sayıda araştırma var. Yazıyı daha fazla uzatmamak adına, çarpıcı birkaç örneğe değinmekle yetinelim.

Stres yönetimi ve (mutluluğun belki en kestirme yolu olan) iyi insan ilişkileri yeteneklerinizi geliştirmenin en basit bir yolu, okumak! Evet, okumak. Araştırmalara göre,[8] özellikle kurgu (roman, hikaye…) okumanın daha ilk 6 dakika içinde stresi yarı yarıya azalttığı, iyi insan ilişkilerinin temeli olan başkasının duygularını ve bakış açısını anlama (perspektif alma), empati, nezaket, anlayışlılık, duygululuk (duygusallık değil! J) gibi sosyal yetenekleri geliştirdiği; dahası, açık fikirlilik ve yaratıcılığı beslediği görülmektedir.

Öte yandan, yaşınız değil, hangi yaşta hissettiğiniz önemli ve bu fiziksel ve ruhsal sağlığınız üzerine büyük etkilere sahip.[9] İyimser bir kişiliğiniz varsa, yeni deneyimlere açıksanız beyniniz de genç kalıyor ve ileri yaşlarda bile[10] şaşırtıcı bir üretkenlik sergiliyor.[11] Kendinizi olduğunuzdan genç hissediyorsanız, gerçekten üretken, mutlu ve iyi bir yaşlanma süreci yaşayabilirsiniz. Aksine, olduğunuzdan yaşlı hissediyorsanız, sıkıntılı bir yaşlılık süreci yaşamanız muhtemel.

İşte bu fark, bazen yalnızca pozitif düşünmek ve olumlu duygu ve deneyimlere açık olmakla sağlanıyor; yani nöroplastisite!

Bundan yararlanarak, nasıl bir hayat hayal ediyorsanız, yaşam tarzınızı o yönde değiştirmeniz yeterli; yeniden şekillenen beyniniz size bu süreçte olağanüstü imkanlar açacak.

Sözgelimi, daha çok sevildiğinizi hissetmek istiyorsanız şükür-şükran-teşekkür, merhamet, nezaket, dostluk bağları, affedicilik… gibi değerleri hayatınızda büyütün, sosyal yeteneklerinizi geliştirin; gerisini sizin ve çevrenizdekilerin beyinleri halleder J.  

Bir başka deyişle, “Sürekli yaptığımız şey neyse, biz oyuz. O halde, mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır” (Aristoteles).

Yazımıza son verirken, kadim bilgeliğin aşağıdaki özlü ifadesini bir daha okuyup yazımızdaki karşılıklarını düşünün, sonra da yazının girişindeki resimlere bir daha bakın:

“Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür.”





































Sevgiyle kalın.

[2] Anders Ericsson, Robert Pool. The Dark Side of Believing In Natural Talent. https://greatergood.berkeley.edu/article/item/the_dark_side_of_believing_in_natural_talent, 12.12.2016
[3] Carol Dweck. Aklını En Doğru Şekilde Kullan. Çev. Uğurcan Kaya. Yakamoz Yayıncılık, 2016. Not: Yazarın TED konuşmasını için bkz. www.ted.com/talks/carol_dweck_the_power_of_believing_that_you_can_improve/transcript?language=en
[4] Mindset kelimesinin genellikle Zihniyet olarak çevrildiği görülüyor. Ancak bu kavram, C.Dweck’in kullandığı anlamıyla Zihin (Beyin) Yapısını ve Zihinsel Tutumu birlikte içeriyor. Bu nedenle, her iki anlamı birlikte ifade etmek amacıyla, zihin kalıbı olarak çevrilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz.
[5] Amy L. Eva.  A.g.y.
[6] Konunun ayrıntısı için bkz.: Mehmet Murat. Hızlı Düşün Yavaş Karar Ver. http://coachteam.com.tr/hizli-dusun-yavas-karar-ver
[7] Rick Hanson. How to Trick Your Brain for Happiness.  https://greatergood.berkeley.edu/article/item/how_to_trick_your_brain_for_happiness, 26.09.2011
[8] Reading 'can help reduce stress', 30 Mar 2009, www.telegraph.co.uk/news/health/news/5070874/Reading-can-help-reduce-stress.html.
Why Reading Books Should Be Your Priority, According to Science, www.inc.com/author/christina-desmarais
[9] David Robson. The age you feel means more than your actual birthdate. www.bbc.com/future/story/20180712-the-age-you-feel-means-more-than-your-actual-birthdate. 19.07.2018
[10] David Robson . The amazing fertility of the older mind. http://www.bbc.com/future/story/20170828-the-amazing-fertility-of-the-older-mind, 28.08.2017
[11] Dünyanın önde gele tarihçilerinden merhum Halil İnalcık bir röportajında şöyle demişti: “72 kitabım var, çoğunu 80 yaşından sonra yazdım… Bir şeye âşık oldunuz mu her şeyi unutursunuz işte.”,  www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/100-yasindaki-bilge-halil-inalcik-bu-sikintili-devir-gececek-30053925

Yorumlar

Popüler Yayınlar