Mutluluğa Programlanmak 2
1. Giriş
Sevgiyle kalın.
Bir orman
hayal edin. İki avcı, bir geyiğin peşinde, gözleri ufku tarıyor. Başka bir grup
ise nadide bir çiçeğin peşinde ve gözleri zemine odaklanmış. İki grubun işi de bir
bakıma avcılık, ama ilki bir yaşama son veriyor, diğeri ise saklı kalmış bir güzelliği
ortaya çıkarıyor. Yolu kesişen bu avcılardan biri geyiği kovalarken nadide bir
çiçeği görmez ve ezip geçer, diğeri ise çiçeği ararken geyiği ürkütüp kaçırır. İkisi
de birbirine kızgındır. Aynı yerdeler ama aynı şeyi gör(e)mezler. Bir üçüncüsü
de var ki, ne av ne de keşif peşinde; bir güzelliği seyre dalmış sadece.
Sonuçta
kim neyi ararsa, onu bulacaktır. Belki “her arayan bulamaz, ama bulanlar
arayanlardır”.
Aşağıdaki
resimleri bu gözle inceleyin. Üç ayrı bakış açısı, üç ayrı sonucu vermez mi? Öyleyse,
aramak yetmez, bakış açınız da aradığınıza uygun olmalı, uygun değilse
değiştirmelisiniz, değil mi?
Üç ayrı
bakış açısı, üç ayrı hayat çizgisi: Neyi ararsanız, onu bulursunuz.
2. İnsan Değişir
Mi?
“Bazı
insanlar yeteneksizdir işte, ne yapsanız değişmez”.
Bu söze
katılıyor musunuz?
“Öyleyse”,
diyor eğitimci Dr. Amy L. Eva[1]
“bir de şunu dinleyin: bilimsel araştırmalara göre, insanın kapasitesinin değişeceğine inanmak daha az depresyon,
daha iyi bir sağlık ve daha büyük bir başarı
demek”.
“Ama bazı
öğrenciler daha hızlı öğrenir, çünkü daha yüksek bir potansiyele/zekaya
sahiptir.”
Buna ne
dersiniz?
“Hızlı
öğrenmenin nedeni olarak doğuştan gelen yeteneği gösterebilirsiniz, ama bunu
yapan öğretmenler bazı öğrencilere kapılar açarken, bazılarına da kapatırlar”
diyor, Doğuştan Gelen Yeteneğe İnanmanın
Karanlık Tarafı kitabının yazarları Anders Ericsson ve Robert Pool[2].
Dahası, “Buna inanırsanız, ‘yetenekli’ olanları cesaretlendirir ve
desteklerken, geri kalanların cesaretini kırar ve kendini gerçekleştiren bir kehanet sarmalına yol açarsınız”.
İnsan
doğasına ilişkin bu iki yaklaşım, Stanford Üniversitesi’nden Carol Dweck’in[3]
meşhur ettiği kavramlarla, iki ayrı durum/tutum
ve bakış açısını yansıtıyor: Sabit Zihin Kalıbı (Fixed Mindset) ve Gelişim Zihin Kalıbı (Growth Mindset).[4]
İyi haber
şu ki, bu kavramların anlatmak istediği artık bilimin laboratuarlarında
doğrulanmış görünüyor: Geçen yazımızda bir giriş yaptığımız nöroplastisite (neuroplasticity)
kavramı.
Mutluluğa programlanmanın mümkün ve sandığımızdan kolay olduğunu göstermek için, en iyisi konuyla
ilgili kavramları birlikte (kısaca) incelemek.
3. Gelişim Zihin
Kalıbı ve Nöroplastisite
Sabit
zihin kalıbı, “insanların temel özellikleri (zeki veya değil, kibar veya değil,
güçlü veya değil…) doğuştan gelir ve yaşamı boyunca pek de değişmez” anlayışını
ifade eder. Gelişim zihin kalıbı ise bunun tersidir; bilinçli zihinsel tutum ve
uygun yaşam pratikleri ile herkes yaşam boyu kendini ve yeteneklerini
geliştirebilir.
Araştırmalara
göre, gelişim zihin kalıbı pratiği
yapıldıkça, karşılaşılan engeller aşılabilir
görünür. Bu şekilde, çaresiz olmadığımızı, gelişebilir ve yeni durumlara uyum
sağlayabilir olduğumuzu fark etmemiz kritik önem taşır. Bizim gibi diğer
insanların da değişebilir ve gelişebilir olduğunu fark ederiz. Bu bakış, zaman
zaman hissettiğimiz psikolojik baskıları azaltır ve karşılaştığımız yeni
durumları bir tehdit olmaktan çok aşılabilir bir engel olarak görmemizi
sağlar. Nitekim araştırmalara göre, gelişim zihin kalıbı pratiği yapan
öğrencilerin genel olarak psikolojik dayanıklılığının (resilience) arttığı
gözlenmiştir.
Bunun getirdiği kazanımlar ise empati yeteneğinin gelişmesi, daha iyi bir
dostluk ve sosyal ilişkiler ve daha çok işbirliği yapma eğilimi.[5]
Tüm bunlar ise hem bireysel, hem de topluluk olarak başarının temel unsurları.
C. Dweck,
bu iki zihin kalıbının etkilerini anlatırken, “henüz”ün gücünden bahseder; Chicago’da
bir okul’da öğrencilerin geçemedikleri dersler için “henüz değil” (not yet)
notu verilirmiş. “Başarısız” ifadesi umutsuzluk, “henüz değil” umut
çağrıştırıyor. Okullarımız (yetişkinler için de yaşam tarzımız) “henüz değil”
kalıbından çok uzak; sabit zihin kalıbını besliyor.
Bu iki
zihin kalıbını ortaya koymak için C.Dweck öğrencilere seviyelerinden biraz daha
zor sorular vermiş. Bir kısmı “zorluğu severim” diyerek bunu şaşırtıcı bir
olumlulukla karşılamış ve zorluğun geliştirici olduğunu kavramış. Bu, gelişim
zihin kalıbı; hemen pes etmiyor, denemeye devam ediyor. Öğrencilerden bir kısmı
ise bunu bir felaket gibi algılamış ve ümitsizliğe düşmüş; bir daha denemek
yerine sorundan kaçmaya çalışmışlar. Kimi kopya çekmeye, kimi ise kendinden
daha düşük alanlarla vakit geçirerek kendini iyi hissetmeye çalışmış. Bu da
sabit zihin kalıbı.
Bilindiği
gibi, öğrenme demek, kısaca, beyin hücreleri arasında yeni bağlar kurmak demek.
Nöroplastisitenin temeli de bu. C. Dweck’in gözlemlediği öğrencilerin
beyinlerindeki elektriksel aktiviteler incelendiğinde, sabit zihin kalıbı olanlarda
hiç elektrik yok. Hatadan kaçıyorlar. Gerçeklikle bağ kurmuyorlar. Gelişim
zihin kalıbına sahip olanlarda ise yoğun elektriksel aktivite var. Beyinleri
“henüz değil” diyerek hataları ile bağ kuruyor, onları düzelterek ders
çıkarıyorlar.
C.
Dweck’e göre, çocukları yetiştirme tarzımız bu sonuçları üretiyor: “Henüz
değil” yerine bir sonraki sınavdan yüksek not alma derdinde olan bir öğrenci,
eğitim sistemimizin ürünü.
Yine de, bu
sabit zihin kalıbı ve gelişim zihin kalıbı neden var sorusu yeterince
cevaplanmış görünmüyor? Sorun öğrencide mi? Neden bazılarımız bir kalıbı,
bazılarımız ise diğer kalıbı benimsemiş görünüyoruz?
4. Nobel Ödüllü
İktisatçı-Psikologların Katkısı
İki
farklı düşünme sistemi olduğunu ortaya koyarak, 2002 Nobel Ekonomi Ödülü
kazanan Daniel Kahneman ve aynı alanda 2017 ödülünü kazanan Richard Thaler’in çalışmalarının
bu sorunun cevabına ışık tutacağını düşünüyoruz.
Zira, 2017 Nobel ekonomi ödülüne
layık görülen Richard Thaler da, Cass R. Sunstein ile birlikte yazdıkları Dürtme (Nudge) adlı kitaplarında, beynimizin
insanı sersemleten olağanüstü yetenekleri yanında, insanı fena halde yanıltan
yönlerine de dikkat çekerek, “insanlar nasıl oluyor da hem çok zeki, hem de çok
budala olabiliyorlar?” diye soruyorlar.
Thaler ve Sunstein’ın cevabı,
temelde 2002 yılı Nobel ekonomi ödülü sahibi psikolog Daniel Kahneman’ın meşhur
ettiği insan beyninin ikili yapısında gizli: Otomatik Sistem ve Düşünce Sistemi
(Kahneman 1. sistem ve 2. Sistem olarak adlandırır).[6]
Davranışsal iktisadın önemli
isimlerinin dikkat çektiği beynimizin bu ikili yapısı, yukarıdaki sorumuzun
cevabını verebilir: Neden bazılarımız gelişim zihin kalıbına sahipken,
bazılarımız sabit zihin kalıbı içine sıkışmış durumda?
Çünkü, bazılarımız herhangi bir
sebeple beyninin 2. Sistemini yeterince
aktive etme alışkanlığı ve cesareti kazanamamışken, diğerleri
herhangi bir sebeple bu alışkanlığı kazanmış. O halde, doğuştan gelen
yetenekler yaklaşımından vazgeçip, gelişim zihin kalıbı pratiğini geliştirmenin yoluna bakmalıyız. Bu yaklaşım, beynimizin
plastik özelliği (nöroplastisite) ile birlikte düşünüldüğünde, konumuz
açısından olağanüstü pratik sonuçları olan müjdeli bir haber.
Nasıl mı?
Devam etmeden önce, bu ikili
sistemin ayırıcı özelliği ve birbiriyle ilişkilerine kısaca göz atmak faydalı
olabilir.
Otomatik Sistem
|
Düşünme Sistemi
|
Kontrolsüz
Çabasız
Çağrışımlı
Hızlı
Bilinçsiz
Ustaca
|
Kontrollü
Çabalı
Tümdengelimli
Yavaş
Farkında olarak
Kurallara göre
|
Otomatik sistem hızlı ve
içgüdüseldir ve genelde düşünme ile
işi olmaz. Tüm canlılarda ortak olan bu sistem temelde hayatta kalma ve varlığını sürdürme odaklı çalışır. Bu konuda
canlıların (aslan, kaplan ve hatta kedi ile kıyaslarsak J) en gelişmişi
olduğumuzu söylemek zor. Ancak insanı dünyada rakipsiz yapan ikinci sistem,
yani düşünce sistemi ise sistemli düşünen, problem çözen, icat yapan ve
neticede türümüzü fabrika ayarlarının dışına çıkartarak, diğer canlılar gibi
doğanın bir parçası olmak yanında ona hükmederek yeryüzünde sürekli gelişen
medeniyet(ler) kurduran yönümüz.
Bireysel olarak bu bize ne vaat
eder?
Kısa cevap, “hem zeki, hem budala”
yönümüzden ikincisini bertaraf etmesiJ Hızlı Düşün Yavaş Karar Ver başlıklı
yazımızda da belirttiğimiz gibi, otomatik sistem zaman zaman ağır sonuçları
olan (en önemlisi kişisel gelişimimize set çekmesi) yanılgılara sebep olsa da
temelde hayatta kalma odaklı yetenekleri ile günlük hayatımızı kolaylaştıran
olağanüstü bir destek. İyi haber de bu sistemin Düşünme Sistemi ile sürekli
güncellenerek gelişmesinin mümkün olması. Beynimizin plastik özelliği tam da bu
noktada eşsiz bir imkan. Bu durumda, varlığımızı sürdürmede olağanüstü
yardımcımız olan otomatik sistemimizin gelişmesi harika olmaz mı? Tabii,
düşünme sistemimiz - şu satırları yazarken, herhangi bir türden bir problemi
çözerken veya bir konu hakkında derin bir düşünme yaparken olduğu gibi - her
gerektiğinde devrede olursa!
Otomatik sistemi, akıl yürütme ve
yeni öğrenme süreçleri ile sürekli geliştiren ve her yeni aşamada otomatik
sisteme yeni yeni otomatik işleyen
yetenekler katan Düşünme Sistemimiz
(aklı kullanma veya Kahneman’ın 2. Sistemi) tekil insanlar olarak bizleri ve
kolektif olarak da toplumu sürekli bir üst versiyona taşır. Bu süreçte değişen
ve gelişen bizim beyin/zihin yapımızdır. Daha önce imkansız görülen bazı işler
artık aşılabilir engeller olarak
görülür ki, ilerlemenin motoru da bu.
O halde soru şu şekle dönüşür: Sürekli
gelişimizi sağlayan ikinci sistem nasıl etkinleştirilir ve nasıl kalıcı
etkileri olan kazanımlara dönüştürülür? Başka bir deyişle, mutluluğa programlanma mümkün müdür?
İkinci sistemi, yani Düşünme
sistemini aktive etmenin temel yolu eğitim (yaşam boyu öğrenme). Bunu biliyoruz
zaten, ama sonuç vermiyor, değil mi? Bu yazının konusu pozitif psikoloji (değerler+karakter
gelişimi) ve nöroplastisite çalışmalarının meyvesi kanımızca çözümün anahtarı: İnsani değerler temelli duygu ve deneyim
pratikleri beynimizi olumlu yönde formatlarken, pozitif duyguları besleyerek dikkat
ve algımızı artırmakta, en önemli zihinsel engelimiz olan depresyon ve
anksiyeteyi azaltmakta, umudu büyütmekte ve (matematik dahil J) başarıya
giden yolun beyin temelini oluşturmaktadır. Otomatik sistem yerine Düşünme
Sistemi ile karar alma sürecinin yolu da açılmaktadır.
Olumlu duyguların Düşünme sistemini
nasıl beslediğine yazının sonunda değineceğiz. Bu aşamada, değerler temelli
eğitim ve pratiklerin işleyişini ve bu sürece katkısını nöroplatisite üzerinden
biraz daha açalım.
5.
Kadim İnsani Değerlerin Mutluluk İçin Bilimle Buluşması: Nöroplastisite
Nöroplastisitenin imkanlarını
konuşurken şu üç hususu akılda tutmalıyız:[7]
a) Beyin değiştiğinde, zihin de (daha iyi ya
da daha kötü yönde) değişir.
b) Zihin değiştiğinde, beyin de değişir.
c) Bu çift yönlülükten yararlanarak, beyninizi
değiştirmek için zihninizi kullanabilirsiniz. Sonra da dönüp, değişen
beyninizle zihninizi daha iyi yönde değiştirebilirsiniz.
Bunları biraz açalım:
a) Beyin
değiştiğinde, zihin de değişir: Beynimizin sol prefrontal korteksi
(bilimsel terimlere bu aşamada takılmadan okuyun lütfen J) pozitif
duygularla ilintili. Bu bölgenin sağ prefrontal kortekse göre daha fazla aktive
olması, kendimizi daha mutlu hissetmemiz demek. Tersi olursa da mutsuz
hissederiz. Öte yandan, kronik stres yaşayanlar, salgılanan kortizol hormonu
ile birlikte beynin yeni hafıza oluşturma kapasitesini bir asit gibi aşındırır.
Görüldüğü gibi, beyin değiştiğinde zihin de değişir.
b) Zihin
değiştiğinde beyin de değişir: Duruma göre bu, geçici veya kalıcı bir
değişim olabilir. Geçici değişimlerde, beyindeki nöro-kimyasalların akım
seviyesi değişmiş olur. Sözgelimi bilinçli
bir şükür/şükran pratiği yaptığınızda bu kimyasallardan mutlulukla (ödül)
ilgili olan dopamin salgısı artar. Aynı şekilde, çok sevdiğiniz birinin resmine
bakmak da beynin mutlulukla ilgi bölümlerini aktive etmeye yeter.
Beynin kalıcı
değişiminde ise zihinde akanlar beyni
bir heykeltıraş gibi şekillendirir. Bu arada zihni, kısaca “sinir sistemi
içinde akan maddi olmayan enformasyon akışı” (çoğunlukla bilinçdışı olan sinyal
akışı) olarak tanımlayabiliriz. Zihin beyinde aktıkça, dolaşan enformasyonun
türüne göre, nöronlar yeni bir yapı oluşturacak şekilde birbirine bağlanır.
Beynin hangi bölgesi meşgul ise (biz neyle meşgulsek) o bölgede yeni
bağlantılar şekillenir, var olanlar güçlenir. Yani fiziksel yapısı değişir. Bunun en bariz örneği, taksi şoförlerinde,
beyinlerinin görsel-mekansal hafızası olan Hipokampus kısmının bariz biçimde
kalınlaşması. Bu, onların görsel-mekansal hafızalarının pratikle birlikte
giderek gelişmesi demek.
Benzer bir
gelişmenin meditasyon (veya huşu içinde bir ibadet) ve derin/bilinçli farkındalık
(mindfullness) uygulaması yapanlarda da görülmesi ilginçtir. Bu türden
pratiklerin beyin korteksinin ilgili bölümlerini uyararak dikkati artırdığı, yaşlanmayla birlikte gelen beyin hücreleri kaybını da azalttığını gösteren araştırmalar var;
Yani, işleyen demir ışıldar.
Tüm bunlar sağlık
ve mutluluğumuz açısından iki önemli ipucu veriyor: Duygular ve deneyimler
gerçekten önemli! Bunu ileride biraz daha açacağız, ancak burada şu kadarını
öncelikle belirtelim: Güzel duyguların pratiği ve deneyimlenmesi kalıcı olarak
beynimizi daha iyiye formatlar. Eğitim sisteminde (birkaç istisna dışında
neredeyse bütün dünyada, ama belki bizde biraz daha fazla) bu iki hususun
eksikliğinin öğrencilerde derin yaralar açtığına ilişkin yeterince veri var, maalesef.
c) Bu çift
yönlülükten yararlanarak, beyninizi değiştirmek için zihninizi
kullanabilirsiniz. Sonra da dönüp, değişen beyninizle zihninizi daha iyi yönde
değiştirebilirsiniz: Bu da “bilinçli (kendi kendine) nöroplasitisete”
veya “kişinin yön verdiği nöroplastisite” olarak bilinmektedir. Yani, bilgiyle,
açık bir niyet ve kararlılıkla yapılan pratikler sonucunda beyin yapısının
değiştirilmesi. Burada anahtar, dikkatin kontrollü biçimde kullanılmasıdır. Dikkatimizi
neye yoğunlaştırırsak, beynimizi o yönde şekillendiririz. Sözgelimi,
dikkatimizi kızgınlık veya pişmanlıklarımıza fazlaca yoğunlaştırdığımızda,
adeta beynimize bu duyguları sürekli besleyen bir mini motor (parça)
yerleştirmiş oluyoruz. Tersine, hayatımızın pozitif yönlerine dikkatimizi yoğunlaştırır
ve bunları güçlendirmeye çalıştığımızda ise beynimizde bunu kalıcı hale getiren
yapılar inşa ederiz. Anlamlı ve huzurlu
bir hayat serimiz, bunun en güzelinin kadim insanlık değerleri ve Düşünme
Sisteminin geliştirilmesi üzerinden –şükran, merhamet, empati, sosyal
bağlar, hoşgörü-affedicilik, umut v.b.– yapılabileceği
inancı üzerine kurulu. (Bu konuların pratiği ile ilgili tasarladığımız uygulamaların
bir örneği için bkz. http://coachteam.com.tr/duygusal-sorunlar-icin-serinkanli-cozum-egzersizi).
Özetle, “dikkat
eğitimi (yani değerler önceliği) demek mükemmellik eğitimi” demek.
Bölümün başındaki sorumuza dönelim:
Sabit zihin kalıbı içinde kalmaktan öğrenciler (kişiler) mi sorumlu?
Kişilerin sorunda payı elbette
vardır, ama çocukluk ve eğitim çağında, aile ve tüm toplumun (hakim değerleri
ve düşünme biçimi ile) bunda sorumlu olduğunu, dolayısıyla suçlayıcı anlayıştan
süratle sıyrılıp, insanlık değerlerini esas alan bir yaklaşımda kendimizde ve
herkeste gelişim zihniyet kalıbını beslemeye bakmamız gerektiğini görmeliyiz.
Zira bu, aslında kadim bilgelikte
var ve bilim de artık bunun mümkün olduğunun sağlam delilerini sunuyor (Eğitimde
değerler ve nöroplastisite konusuna gelecek yazımızda değineceğiz).
5. Sonsöz: Duygular,
Deneyimler ve Kaderimiz
Duyguların,
daha doğrusu duygusal tutumlarımızın fiziksel ve ruhsal sağlığımız açısından ne
kadar belirleyici olduğuna dair çok sayıda araştırma var. Yazıyı daha fazla
uzatmamak adına, çarpıcı birkaç örneğe değinmekle yetinelim.
Stres
yönetimi ve (mutluluğun belki en kestirme yolu olan) iyi insan ilişkileri yeteneklerinizi
geliştirmenin en basit bir yolu, okumak! Evet, okumak. Araştırmalara göre,[8]
özellikle kurgu (roman, hikaye…) okumanın daha ilk 6 dakika içinde stresi yarı
yarıya azalttığı, iyi insan ilişkilerinin temeli olan başkasının duygularını ve
bakış açısını anlama (perspektif alma), empati, nezaket, anlayışlılık,
duygululuk (duygusallık değil! J) gibi sosyal yetenekleri geliştirdiği; dahası, açık fikirlilik ve
yaratıcılığı beslediği görülmektedir.
Öte
yandan, yaşınız değil, hangi yaşta hissettiğiniz önemli ve bu fiziksel ve
ruhsal sağlığınız üzerine büyük etkilere sahip.[9] İyimser
bir kişiliğiniz varsa, yeni deneyimlere açıksanız beyniniz de genç kalıyor ve
ileri yaşlarda bile[10]
şaşırtıcı bir üretkenlik sergiliyor.[11]
Kendinizi olduğunuzdan genç hissediyorsanız, gerçekten üretken, mutlu ve iyi
bir yaşlanma süreci yaşayabilirsiniz. Aksine, olduğunuzdan yaşlı
hissediyorsanız, sıkıntılı bir yaşlılık süreci yaşamanız muhtemel.
İşte bu
fark, bazen yalnızca pozitif düşünmek ve olumlu duygu ve deneyimlere açık
olmakla sağlanıyor; yani nöroplastisite!
Bundan
yararlanarak, nasıl bir hayat hayal ediyorsanız, yaşam tarzınızı o yönde
değiştirmeniz yeterli; yeniden şekillenen beyniniz size bu süreçte olağanüstü
imkanlar açacak.
Sözgelimi,
daha çok sevildiğinizi hissetmek istiyorsanız şükür-şükran-teşekkür, merhamet, nezaket,
dostluk bağları, affedicilik… gibi değerleri hayatınızda büyütün, sosyal
yeteneklerinizi geliştirin; gerisini sizin ve çevrenizdekilerin beyinleri
halleder J.
Bir başka
deyişle, “Sürekli yaptığımız şey neyse, biz oyuz. O halde, mükemmellik bir eylem
değil, bir alışkanlıktır” (Aristoteles).
Yazımıza
son verirken, kadim bilgeliğin aşağıdaki özlü ifadesini bir daha okuyup
yazımızdaki karşılıklarını düşünün, sonra da yazının girişindeki resimlere bir
daha bakın:
“Söylediklerinize
dikkat edin; düşüncelere dönüşür
Düşüncelerinize
dikkat edin; duygularınıza dönüşür
Duygularınıza
dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür
Davranışlarınıza
dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür
Alışkanlıklarınıza
dikkat edin; değerlerinize dönüşür
Değerlerinize
dikkat edin; karakterinize dönüşür
Karakterinize
dikkat edin; kaderinize dönüşür.”
Sevgiyle kalın.
[1] Amy L. Eva. https://greatergood.berkeley.edu/article/item/tips_for_helping_kids_adopt_a_growth_mindset, 17.08.2017
[2] Anders Ericsson, Robert
Pool. The Dark Side of Believing In
Natural Talent. https://greatergood.berkeley.edu/article/item/the_dark_side_of_believing_in_natural_talent, 12.12.2016
[3] Carol Dweck. Aklını En Doğru Şekilde Kullan. Çev.
Uğurcan Kaya. Yakamoz Yayıncılık, 2016. Not: Yazarın TED konuşmasını için bkz. www.ted.com/talks/carol_dweck_the_power_of_believing_that_you_can_improve/transcript?language=en
[4] Mindset kelimesinin genellikle
Zihniyet olarak çevrildiği görülüyor.
Ancak bu kavram, C.Dweck’in kullandığı anlamıyla Zihin (Beyin) Yapısını ve
Zihinsel Tutumu birlikte içeriyor. Bu nedenle, her iki anlamı birlikte
ifade etmek amacıyla, zihin kalıbı olarak
çevrilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz.
[5] Amy L. Eva. A.g.y.
[6] Konunun ayrıntısı için bkz.:
Mehmet Murat. Hızlı Düşün Yavaş Karar
Ver. http://coachteam.com.tr/hizli-dusun-yavas-karar-ver
[7] Rick Hanson. How to Trick Your Brain for Happiness. https://greatergood.berkeley.edu/article/item/how_to_trick_your_brain_for_happiness, 26.09.2011
[8] Reading 'can help reduce
stress', 30 Mar 2009, www.telegraph.co.uk/news/health/news/5070874/Reading-can-help-reduce-stress.html.
Why Reading Books Should Be Your Priority, According to Science, www.inc.com/author/christina-desmarais
Why Reading Books Should Be Your Priority, According to Science, www.inc.com/author/christina-desmarais
[9] David Robson. The age you feel means more than your actual
birthdate. www.bbc.com/future/story/20180712-the-age-you-feel-means-more-than-your-actual-birthdate. 19.07.2018
[10] David Robson . The amazing fertility of the older mind.
http://www.bbc.com/future/story/20170828-the-amazing-fertility-of-the-older-mind, 28.08.2017
[11] Dünyanın önde
gele tarihçilerinden merhum Halil İnalcık bir röportajında şöyle demişti: “72
kitabım var, çoğunu 80 yaşından sonra yazdım… Bir şeye âşık oldunuz mu her şeyi
unutursunuz işte.”, www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/100-yasindaki-bilge-halil-inalcik-bu-sikintili-devir-gececek-30053925
Yorumlar
Yorum Gönder