Mutluluğa Programlanmak
Başarı ve
mutluluk ise bunların yan ürünüdür.
Bir önceki yavrularını, henüz ayakta kalacak
kadar gelişemeden yuvadan ayrılmaya zorlamışlardı. Mevsim ilerlemiş, geç kalmışlardı
çünkü. Sırada yeni yavruları mevsim sonuna yetiştirme telaşı vardı. Ne var ki,
yeni yavruların yaşamasına da izin vermedi ilerleyen mevsim. Hüzünlü çift,
yuvadan ayrılmaya zorladıkları yavrularını hatırladılar, ama çok geçti; onları
bulduklarında yavrular açlıktan ölmek üzereydi.
Yarısından izlemeye başladığım bir belgeselde,
doğanın olağanüstü yetenekli avcıları olan bir kartal çiftinin bu dramı içimi
burktu. Belgeseli kısaca bu cümlelerle özetlediğimde, zihnimde uyandırdığı
mesaj ise çok başkaydı: Gökyüzünün kralları da olsanız doğuştan gelen yeteneklerinizin (moda tabirle, “fabrika ayarları” :)) dışına çıkıp yeni şartlara, yeni yaşam tarzına kendinizi programlayamadığınız takdirde,
başarısızlık kaçınılmaz.
Kuşkusuz, her canlı kendi doğasıyla (fabrika
ayarları) ve içinde bulunduğu eko-sistemle (çevre, doğa, dünya) uyum içinde
olmalı. Ne var ki, insanın doğası sandığımız kadar sabit olmadığı gibi,
olmasına da dünya müsait değil.
Neden mi?
Çünkü dünya, çevresini değiştirme ve fabrika
ayarlarının dışına çıkabilme kapasitesine sahip tek varlık olan insanı sürekli
ilerlemeye ve değişmeye zorlar. Her
bir aşamanın başarısı için yeniden programlanırız.
Bu, akıl donanımının genişlemesiyle olur. Çünkü dünya gezegeni, akıl emeği olmadan ancak kıt hammaddeler sunan bir kaynak,
insanlık ise bu imkanları genişleterek sürekli değişip gelişen bir medeniyet
kurmaya yazgılı bir varlık. Bugünkü
medeniyet düzeyine gelişimiz de, sürekli bir verimlilik (akıl emeği) sayesinde olmadı mı?
Çok değil, bundan 200 yıl öncesinin
bilim-teknoloji düzeyiyle, daha doğrusu o
düzeyi üreten zihin-beyin kalıplarıyla sınırlı olsaydık, yedi milyarı aşan insanlık ailesinin geçim şartları ne
olurdu? Kartal ailesinin dramına benzer bir durumla karşılaşmaz mıydık?
İnsan türünü varlıkların en üstünü ve şereflisi konumuna yükselten başlıca
meziyeti de işte bu sürekli gelişebilme kapasitesi değil mi?
Ya ekolojik sorunlar, iklim değişikliği? Adil
olmayan bölüşüm, açlık sınırında yaşayan insanlık
ailesinin dezavantajlı üyelerinin durumu?
Elbette çok yerinde kaygılar. Ama unutmayalım
ki, çözüm üreten insan aklıdır ve aklın ürettiği sorunları da yine (ancak)
yaşamın mucizesi akıl çözer[1].
İşte yine bu sebepledir ki insan doğası sabit kalamaz, yeteneklerini sürekli
büyütmek zorundadır. Hızla artan nüfusunu, gezegenin kaynaklarını hızla
tüketerek ancak besleyebilen (ki bu aslında
muazzam bir başarı) insanlık ailesi, bundan sonra yeniden gelişip değişen ve yeniden programlanan bir akıl kapasitesiyle daha sürdürülebilir bir sürece yönelecektir. Buna, kaynakları
israf etmeden büyümenin yolunu bulmak ve daha adil/insanca bir bölüşümü
önceleyen zihniyete ulaşmak da dahil.
Bu demektir ki, daha kat edecek çok yol ve
zorlu, ama bir o kadar mutlu/umutlu bir
süreç var.[2]
Peki, bunun birey olarak bizimle ve Anlamlı
ve Huzurlu Bir Hayat serimizin amacıyla ilgisi ne?
Çünkü, insanlık gibi tekil bireyler olarak her
birimiz de bu sürekli gelişip değişen yeni şartlar karşısında fabrika
ayarlarımızın dışına çıkarak, daha iyi bir yaşam için yeniden programlanmaya,
yani daha donanımlı bir zihinsel kapasiteye ihtiyacımız var.
Bu yazı serimizin amacı, kısaca, insanın daha
mutlu bir hayat sürmesinin yollarını sunabilecek insanlık birikiminden ve gelişen bilimden nasıl
yararlanabileceğimizi araştırmaktı.
Önceki yazılarda; empati, merhamet, şükür, umut, akış …gibi bizi hem birey hem de
toplum olarak daha anlamlı ve huzurlu bir hayata yönlendirecek kadim insanlık
değerlerine göre bir hayat pratiği üzerinde sohbet ettik.
Serinin son dört yazısında ise bu kadim
değerler temelinde, duygusal dayanıklılık
ve problem çözen bir zihin kalıbına nasıl ulaşacağımız, bir başka deyişle
nasıl bu yönde yeniden programlanacağımız hakkında gelişen insani bilimlerin
imkanlarını araştırıyoruz.
Zira insanlığın sürekli gelişip değişen
zihin-beyin kalıbı gibi, birey olarak her birimizin zihin-beyin kalıbının da hızla yeni çözüm imkanları sunacak yönde
değişmesi, genişlemesi mümkün. Bu
süreçte, insan beyninin kapasite ve hatta fiziksel olarak değiştiğini gösteren
bilimsel verileri, buna da nöroplastisite
dendiğini duymuşsunuzdur: Beyin nöronlarının plastik özelliği, yani esnek
nöronları sayesinde beynin kendini iyileştirme ve yeniden yapılandırma
becerisi.
İlginç olan ve işin müjdeli yanı da,
beynimizin bu esnekliğinin tercih edeceğimiz yaşam pratiğinden etkilenmesi ve
daha mutlu bir hayat için bize daha gelişmiş bir zihinsel donanımı imkanı
sunması.
Bu yazımızın amacı, zihinsel esnekliğimizden
yararlanarak, değerler ve bu değerler yönünde edineceğimiz (yeni) düşünme
biçimi ve alışkanlıklar ile nasıl daha iyi bir yaşama programlanacağımız
üzerinde sohbet etmekti. Ancak, yazıyı daha fazla uzatmamak için, hoşgörünüze
sığınarak, devamını (asıl konuyu) gelecek yazıya bırakıyorum.
Sevgiyle kalın.
[1] Konunun ayrıntısı için, Bkz. “Hızlı düşün, yavaş karar ver”, http://coachteam.com.tr/hizli-dusun-yavas-karar-ver/
[2] Mutluluğun bir yolu da problem çözmek ve bu sürecin “akışı”nda yaşamaktır.
Yazarın kötüsü kendi yazısına atıf yaparmış :), bağışlayın, lakin yazıyı
uzatmamak adına, ilginizi çekiyorsa bu konunun ayrıntısı için eski bir yazımı
öneriyorum: “Hayat problem çözmektir ve
zorluktan sonra huzur vardır”, http://coachteam.com.tr/hayat-problem-cozmektir-ve-zorluktan-sonra-huzur-vardir/
Yorumlar
Yorum Gönder