SCHOPENHAUER TERAPİSİ
Not: Bu yazı "Schopenhauer Terapisi Kitap Okumanın Zararlarına Karşı" başlıklı yazımızın devamıdır.
Hayat
hikâyesine bakılırsa, anne ve babasının onun ileride tarihinin ünlü
filozoflarından biri olacağına ihtimal verir miydi bilinmez, ama sosyal hayat
içinde sağlıklı bir birey olarak geleceğinden çok endişeli oldukları aşikar.
Daha çocukken babası "keşke kendini sevdirmeyi bilse" diye
endişelenirken, annesi her konuşmayı bir tartışmaya dönüştürmesinden şikâyetçiydi.
Anlaşılan her düşüncesini başkalarına aynen kabul ettirinceye kadar tartışıyor
ve çevresindeki herkesi yoruyordu. Üstüne müzmin kötümserliği de eklenince, muhabbeti
çekilmez biri haline gelmişti. Çevresindeki herkesi cahillikle suçlayıp küçük
görüyor ve giderek insanlardan uzaklaşıyordu. Hoş sohbet olmak gibi bir çabası
hiç olmamıştı sanki. Empati yeteneği gelişmemiş, mizaha, espriye de pek merakı
yoktu. Belki her konuyu fazla ciddiye alıyor, katı bir doğru-yanlış
sorgulamasına girip, herkesi kendinden soğutuyordu.
Schopenhauer’in
“duygusal banka hesabı” gibi bir kavramla işi yoktu adeta. Hayatın zorlukları
içinde, insanların sıkça havadan sudan muhabbetlerin sakinliğini tercih
ettiğini, çoğunlukla konuşulan konunun içeriğinden çok sohbetin sıcaklığını
aradıklarını, amacın bilgi alış verişi olmaktan çok dostlukla anın paylaşılması
olduğunu bilmez gibiydi. O bu tür sohbetleri aşağılarken, etrafındakiler de (moda
tabirle, mealen) “felsefe yapma” 😊 diyerek,
uzaklaşıyordu ondan.
Sosyalleşme
içinde mutluluk onun için bir sarp yokuştu artık.
Kendi
ifadesiyle, çocukluğundan itibaren çok sevdiği ve yaşam hedefi haline getirdiği
tek bir şey vardı: Tarihin büyük beyinleriyle birlikte olmak, onların
fikirlerle boğuşup yoğrularak oluşmak. Nitekim, ömrünün sonuna kadar sadece
bunu yapacaktı. Okuyor, düşünüyor ve yazıyordu.
Buna
rağmen, sevgisiz hayat zordu elbette; Kendi beyni içinde bir dünya kurup onunla
mutlu olabilecek bir filozof için bile. “İstemem, yan cebime koy” türünden
acemice bir kaç evlilik girişimi de sonuçsuz kalacak, nihayet bir filozof
olarak ilgi ve saygı görmeye başladığı son bir kaç yıl hariç, ömrü yalnızlık
içinde geçecekti. Son kitabına kadar bütün yazdıkları da neredeyse hiç
satmamıştı.
Bu
noktada biraz geriye dönüp, geçen
yazımızdaki sorumuza dönelim:
Schopenhauer
gibi hayatı amaçsız ve anlamsız bulan, yalnız, huysuz, asosyal bir genci
gördüğünüzde (tıpkı anne ve babası gibi) onu kötü bir sonun beklediğinden
endişelenirdiniz, değil mi? Oysa O, son kitabını “... ve görevimi tamamlamanın
mutlu bilinciyle hayatımı bitireceğim” cümlesiyle bitirmiş,
Yolun
sonunda yorgun bir şekilde dikiliyorum
Bitkin
alnım defne tacını zor taşıyor
Ama
yaptıklarımı memnuniyetle görüyorum
Başkalarının
söylediklerinden yılmadan.
dizelerini
de tarihe bir not gibi kaydetmişti.
Pekiyi,
Schopenhauer’i bu kötü sondan koruyan neydi? Bu sorunun cevabının önemlice bir
kısmı esasen yazımızın giriş paragraflarında gizli.
Schopenhauer
Terapisi
Schopenhauer
Terapisinin başlıca unsuru, tahmin edileceği gibi, felsefenin belki de en öz
tanımı olan “sistematik düşünme” idi. Öyle ki, okuyarak ve yazarak, tarihin
büyük beyinleriyle sohbet ederek düşünmek, hayatı anlamsız ve amaçsız bulan bir
müzmin karamsar için bile “hayata anlam katan” bir süreçti. Bahsettiğimiz gibi,
onun durumundaki ortalama bir insanın akıl sağlığını kaybetmesi büyük bir
ihtimaldi. Ama tersine, O aslında giderek ivmelenen bir zihinsel olgunluğa
ulaşıyor; eğrisiyle-doğrusuyla adını felsefe tarihine yazdıracak berrak bir
düşünce sistemi oluşturuyordu.
Elbette
herkesin filozof olmasına gerek yok böyle bir süreçten yararlanmak için.
(Gelecek yazımızın konusu) “Felsefenin Tesellisi”nden hepimiz için çok önemli
bir pay varsa da, bizim burada bahsedeceğimiz bunun gündelik hayata hitap eden
pratik yönü: (Yazarak) sistemli düşünmek ve böylece çoğu zaman içinde bocalayıp
durduğumuz beynimizin kaygı-stres temelli kısmını (otopilot) devre dışı
bırakıp, çözüm odaklı rasyonel kısmını harekete geçirmek. Kahneman’ın meşhur
ettiği kavramla beynimizin 1. Sisteminden 2. Sistemine geçmek.
İkinci,
yani rasyonel beynimiz kaygı, öfke ve stres gibi durumlarda kendiliğinden
devreye girmez, bu durumda otopilot gibi birinci sistem (bilinç dışı zihin)
devrededir. Bu yüzdendir ki, böyle durumlarda çoğunlukla “öfkeyle kalkıp,
zararla oturur”, sağlıklı kararlar veremeyiz. Çoğunlukla da hiç karar
verememenin sancısını yaşarız. Aslında, Kahneman’a göre zamanımızın yüzde
95’inde bu otopilot devrededir. Rasyonel beyni harekete geçiren en hızlı şey
ise soru sormaktır (gündelik felsefe!). Örneğin, “olan oldu, şimdi
yapabileceğim ne var?” gibi. Kahneman’ın meşhur örneğiyle, bazen “2 kere 2 kaç
eder?” gibi basit bir soru rasyonel beyni harekete geçirmeye yeter.
Ancak,
bu süreci “yazarak” başlattığınızda, daha çözüme ulaşmadan bile stres ve kaygı
düzeyinizin hızla düştüğünü göreceksiniz, zira rasyonel beynin (2. Sistem)
devreye girmesi aslında size kaygı ve stres veren 1. Sisteme de sakinleştirici
bir mesaj gönderir: Çözüm veya daha iyi bir seçenek yolda! Aşağıda, Düşünce
Kaydı Uygulaması başlığı altında, yazarak düşünme ve problem çözmeye dair bir
örnek vereceğiz. Ancak bundan önce Schopenhauer Terapisi[1]
başlığına ilham veren Irvin D. Yalom’a kulak verelim.
Varoluşçu
psikoterapinin dünyaca ünlü ismi Yalom, Schopenhauer Tedavisi başlıklı
kitabında Schopenhauer gibi bir kişiliğin nasıl tedavi edilebileceğini, ona çok
benzeyen çağdaş bir karakter olan Philip üzerinden kurgular. (Spoiler uyarısı:
bu paragraf, romanın akışını ifşa ediyor). Philip, felsefeye meraklı ama empati
yeteneği pek gelişmediğinden sosyal ilişkileri sorunlu bir öğretim üyesi.
Bağımlılıklarından kurtulup kendini felsefeye verebilmek için psikoterapist
Julius Hetzfeld’den uzun bir süre terapi alsa da sonuç pek değişmez, hayal
kırıklığı içinde terapiyi bırakır. Uzun bir ardan sonra Dr. Hertzfeld, tedavide
başarısız olduğu kişilerden birini tekrar arayarak onu bir grup tedavisine
dahil etmek ister. Bu, Philip’dir. Onunla buluşmak için ofisine gittiğinde, Philip’in
ünvanı onu çok şaşırtır: Felsefi danışman/terapist (Philip ve klinik felsefe!).
Philip grup terapisine katılmayı kabul eder, ama asıl amacı mesleğini
yapabilmek için bunu Dr. Hertzfeld’den süpervizörlük alma fırsatı olarak
değerlendirmektir. Zira Philip, Schopenhauer okuyarak bağımlılığından
kurtulduğunu, terapiye ihtiyacı olmadığını, tam tersine kendisinin insanlara
felsefe terapisiyle yardım edebileceğine inanmaktadır. Philip’in gruba
katılmasıyla birlikte grupta değişen hava Dr. Hertzfeld’i de çok şaşırtır.
Philip yaptığı felsefi alıntı ve yorumlarıyla bir anda grubu etkileyip terapiye
yön vermeye başlamıştır. Grup bir yandan Philip’e hayranlıkla bakarken bir
yandan da içten içe onun asosyalliği ve empati yoksunluğundan tedirgin
olmuştur. Philip Schopenhauer’le aradığı sakin hayata kavuşmuşsa da bunun
bedeli tam bir yalnızlıktır. Tek odalı evde yaşamaktadır ve köpeğinden başka
bir canlıyla da bağı yoktur. Nihayet, gruba katılan yeni bir üye Philip’in
tedavi edilmemiş en önemli sorununu, sevgi ve empati yoksunluğunu, bütün
çıplaklığıyla ortaya koyacaktır. Philip bu kez bununla yüzleşecek, felsefeyle
kazandığı zihin duruluğunu empatiyle kalp huzuruna da çevirmeyi öğrenecektir.
Philip’in
tedavi sürecinin ayrıntılarını romana bırakıp, Schopenhauer’e dönersek, tam bir
insansevmez ve empati yoksunu olarak tanınan ve adete bu yönüyle bir “rol
kilitlenmesi” yaşayan filozofun geldiği nokta, bizce onda zamanla gelişen
empati tohumlarını gösteriyor ve bu yönüyle de “felsefenin tesellisi”ne güzel
bir örnektir:
“Her
insanın kusurunu, hatasını ve suçunu hoşgörüyle karşılamalı, karşımızda
yalnızca kendi kusurlarımız, hatalarımız ve suçlarımız olduğunu akıldan
çıkarmamalıyız. Çünkü bunlar yalnızca bizim de bir parçası olduğumuz insanlığın
hatalarıdır ve bundan dolayı hepimizin içinde aynı kusurlar vardır. Sırf o
sırada bizde görünmüyorlar diye bu suçlar yüzünden başkalarına kızmamalıyız.”[2]
Toparlarsak,
Schopenhauer terapisini bizce dört başlıkta toplayabiliriz:
1-
Felsefi/zihinsel terapi: Yazarak düşünmek. Yazmak okumayı da içerir, dahası
okumayı daha odaklı ve etkin hale getirir. Rasyonel zihnin en üst seviyede
aktif olduğu bu süreç, serinkanlı
çözüm egzersizlerimizin de en etkin olduğu bir süreçtir. Yalom’un romanında
veciz biçimde ifade ettiği gibi, rasyonel zihnin devreye girmediği
sakinleştirici terapiler kısa sürede işe yarasa da, zihinsel/felsefi bir
sorgula içermediği için neticede hayattan kaçmaktır ve kalıcı bir çözüm sunmaz.
Bunun basitleştirilmiş bir uygulama örneğini aşağıdaki başlıkta (Düşünce Kaydı
Uygulaması) verdiğimizden, burada bu kadarıyla yetinelim.
2-
Geçmiş ve geleceğe değil, ana (bugüne) odaklanmak: Geçmiş acı hatıralar,
pişmanlık ve suçluluk da içerir, kaygılı anlarımızda geçmişin bu yönüne
odaklanırız. Gelecek ise belirsizliğin endişelerini taşır. Geçmişe güzel
günlerin bir nostaljisi, geleceğe ise umutla bakabilmek için şimdiki zamanda
sükunetle düşünme becerimizin gelişmesi gerekir. Schopenhauer bunu anılarını
tekrar tekrar yazarak yapmış ve giderek daha serinkanlı (ve daha az insansevmez
J) duygusal tutuma çevirmişti. Aşağıdaki Düşünce Kaydı
uygulamasını bir de bu açıdan değerlendirin.
3-
Yaşam amacını bulmak ve hayata anlam katan alışkanlıklar edinmek:
Schopenhauer’in çocukluğundan beri net bir hedefi vardı: Felsefe, kendi
deyimiyle, geçmişin büyük beyinleriyle bitlikte olmak. Son zamanlarına kadar
değeri anlaşılamasa da bunu tutkuyla sürdürdü. Düzenli alışkanlıkları vardı: Güne
üç saat yazı yazmayla başlıyor, bir veya iki saat flüt çalmayla devam ediyordu.
Her gün, çoğunlukla kış ortasında bile, soğuk Main Nehri'nde yüzüyordu.
Köpeğiyle konuşarak yürüyüş yapıyor (bununla alay eden çocuklar da işin
eğlencesiydi belki de), giyimine özen gösteriyor, hep aynı kulüpte (Englisher
Hof) öğle yemeği yiyordu. “Bu garip ve şikayetçi filozofla karşılaşmak isteyen
meraklı insanlar bu kulübe giderdi.”[3] İnsansevmezliğiyle meşhur
Schopenhauer aslında tümden de insanlardan uzak değildi, ama sohbet etme tarzı
biraz 😊tuhaftı; alay-espiri-özlü söz karışımı diyalog ve atışmalar. Bu
alışkanlıkları, bugün daha iyi anlaşılan anlamlı ve huzurlu bir hayatın
üç önemli unsurunu iyi bildiğini gösteriyor: Yaşam
hedefi (felsefe), akış
(okumak, yazmak), huşu
(müzik, yüzme, köpeğiyle yürüyüş) ve asgari düzeyde de olsa sosyal ortam.
4-
Sevgi ve sosyal bağların gücü: Schopenhauer için bu tersten bir anlam taşıyor,
zira o kelimenin tam anlamıyla, ömür boyu yalnızdı. Ancak, hiç yanından
ayırmadığı köpeği Atman onun bu eksikliğini hiç olmazsa bir canlıyla giderme
ihtiyacının bir dışa vurumu, değil mi? Zira, onun gibi bir insansevmez için de
sevgi, yeri doldurulamaz bir boşluktur.
Hayata
en kolayından anlam katan sevgi, onun için de yeri doldurulamaz bir eksiklikti.
Hiç yanından ayırmadığı köpeği Atman (Sanskritçe: Öz, Ruh; Dünyanın Ruhu)
öldüğünde, ayni cinsten bir köpek daha alacaktı. Bu size de Abbas Sayar’ın
meşhur romanı “Can Şenliği”ni hatırlatıyor mu?
Düşünce Kaydı
Uygulaması
Bilişsel-Davranışçı Terapiden
esinlenerek oluşturulan bu uygulamayı, rahatsız edici bir duyguyla başa çıkmaya
çalıştığınız zamanlarda bir duygusal rahatlama ve düşünme aracı olarak
değerlendirebilirsiniz.
Bunun
için boş bir sayfaya beş sütun çizip, her birine sırasıyla şu başlıkları verin:
Durum, Duygular, Otomatik Düşünceler, Rasyonel Yanıtlar ve Yardımcı
Faaliyetler.
Çok
basit bir örnekle başlayalım: Çok sinirlendiğinizi hayal edin. Randevu
verdiğiniz bir arkadaşınız (Ahmet) zamanında gelmedi ve siz yarım saattir
bekliyorsunuz ve henüz bir ses de yok. Şimdi bunu düşünce kaydı tablomuzla
analiz edelim.
DURUM: (Kısaca) beni rahatsız eden durum ne? |
DUYGULAR:
Bende
uyandırdığı duygular ne?
Bana
ne hissettiriyor?
|
OTOMATİK
DÜŞÜNCE:
Bu
durum karşısında zihnime (otomatik) gelen ilk düşünceler nedir?
|
RASYONEL
TEPKİ:
Bu
durumu daha rasyonel ve soğukkanlı ele alırsam, akılcı-rasyonel cevabım veya
açıklama ne olur?
|
DAHA FAYDALI TEPKİ:
Bu
durumun kalıcı bir kötü duygu veya stress kaynağı olmasını engelleyecek
adımlar ve davranışlar ne olabilir? Bu duruma karşı daha yararlı davranış
seçeneklerim ne?
|
… | … | … | … | … |
… | … | … | … | … |
… | … | … | … | … |
Durum sütununa
“sadece” olanı veya olmakta olanı yazın: Bir cümleyle ve yorum eklemeden,
yalnızca “kim, ne, nerede, ne zaman” sorularına karşılayacak kadar sade olsun.
Mesela, “Ahmet benimle randevusuna yarım saat geç geldi”.
Duygular sütununa
hissettiğiniz veya hissetmekte olduğunuz duyguları listeleyin ve bu duyguların
yoğunluğuna 10 üzerinden bir puan verin. Mesela, kızgınlık = 7/10, endişe =
5/10 ... gibi.
Otomatik düşünce
sütununa,
söz konusu durumu düşünmeye başladığınızda ilk aklınıza gelen düşünceyi yazın. Bunun
için bir yol, duygular sütununa yazdıklarınızdan yararlanarak kendinize şunu
sormak: Bu sütuna yazdığım duyguları neden dolayı hissediyorum? Mesela,
kızgınlık yazdım ve yoğunluğuna 10 üzerinden 7 verdim. Pekiyi, bu durumda beni
kızdıran düşüncem (varsayımım) ne? Örneğimizden gidersek, ilk gelen düşünce
mesela şu olabilir: “Kızgınım çünkü Ahmet’in bu hareketi bana değer vermediğini
gösterir, yeterince saygı duysaydı bunu yapmazdı.” Veya “Endişeliyim çünkü bu
durum yüzünden ben bir sonraki randevuma geç kalacağım”. Bunu, yazdığınız diğer
için de uygulayıp, her birinde aklınıza ilk gelen düşünceleri yazmaya devam
edin.
Rasyonel tepki
sütunuyla
birlikte zihinsel/felsefi düşünme, bir başka deyişle, sistemli düşünme alanına
giriyorsunuz. Bu ve bundan sonraki sütun, duygularınız ve onun gerisindeki
düşüncelerinizi sorgulatarak size meydan okuyacak ve sizi daha ileri bir
kavrayış seviyesine yönlendirecektir. Bunun için, duygularınızın gerisinde
yatan düşüncelerinizi daha yararlı, daha gerçekçi ve daha dengeli biçimde
değerlendirmenizi sağlayacak bazı “eleştirel/sorgulayıcı” sorularla işe
başlayın. Aşağıdaki sorulardan ilham alabilirsiniz:
- Bu durum için otomatik tepkim (aklıma ilk gelen düşünceler) ne kadar rasyonel? Bu düşüncelerimin doğruluğunun kanıtı ne?
- Bu durumun sonucunda olabilecek en kötü, en iyi ve en gerçekçi ihtimaller nedir?
- Bu durumu idare edebilir miyim? Bana zarar vermeden bu durumla yaşayabilir miyim?
- Bu duruma başka nasıl bir düşünceyle yaklaşabilirim? Bu duruma ilişkin düşünmenin daha iyi bir yolu var mı?
- Büyük resim tam olarak nedir?
- Acaba durumu abartıp, “ya hep, ya hiç” mantığıyla mı düşünüyorum?
- Sorunu çözmek için neler yapabilirim?
- Bunun bana kısa (bir hafta, bir ay ...) veya uzun vadede (5 yıl, 10 yıl ...) etkisi ne olabilir?
- Pekiyi, benim için hayatta en önemli ve öncelikli şeyler/değerler nedir? Bu durum, bu açıdan bakılırsa benim için ne ifade eder?
Rasyonel
tepki sütunu için başka bir yol da otomatik düşünce sütununda yazdıklarınızı
doğrudan eleştirel bir düşünmeye tabi tutmaktır. Mesela, otomatik düşünce
sütuna yazdığınız “Kızgınım çünkü Ahmet’in bu hareketi bana değer vermediğini
gösterir, yeterince saygı duysaydı bunu yapmazdı” cümlesini ele alalım. Olası
senaryoları aklınıza getirip daha sakin düşünme moduna geçebilirsiniz. Örneğin,
Ahmet trafiğe takılmıştır veya daha acil bir iş çıkmış ve zamanında haber
verememiştir veya da bunların hiçbiri olmamış ama zamanını yeterince iyi
ayarlayamadığı için geç kalmış ve aslında kendisi de bundan ciddi bir
mahcubiyet içindedir. Eğer bu ihtimaller varsa kızgınlığınız daha az olur. Bu
da Ahmet’le ilk karşılaştığınızda vereceğiniz (gereksiz veya gereğinden sert)
duygusal tepkilerin yol açacağı zararları önleyebilir, değil mi?
Son
sütun Daha Faydalı Tepki. Rasyonel
tepki alanındaki düşüncelerimiz netleştikçe artık bu sütuna bizim için daha iyi
davranış seçeneklerini düşünüp yazabiliriz. Burada öncelikle problemi daha iyi
veya daha az maliyetle çözecek davranış seçenekleri üzerinde durabiliriz.
Örneğimize dönersek, mesela hemen Ahmet’e telefon eder veya mesaj atarak durumu
sorar, cevap alamazsak biraz daha bekleyip ikinci randevumuz için oradan
ayrılırız. Buna ilave olarak, sakinleşmek için nefes egzersizi yapar, güzel
anıları aklımızdan geçirir veya telefonumuzdan sevdiğimiz bir müzik parçasını
dinleyebiliriz. Ayrıca, bu sütunda bazı davranış deneyleri yapabilirsiniz.
Rasyonel tepki sütunundan bir düşünceyi eleştirel bir yaklaşımla yeniden
değerlendirebilirsiniz. Mesela, “geç kalmasının nedeni bana değer vermemesi
anlamına gelmeyebilir. Hemen tepki vermek yerine ilk fırsatta bunu onunla uygun
bir dille konuşurum” şeklinde bir davranışı seçebiliriz.
Örneğimizin
çok basit ve sıradan oluşu dikkatiniz çekmiştir. Bunun için böyle analizlere
değmez diye düşünebilirsiniz. Elbette, böyle sıradan aksilikleri zihnimizden
hızlıca analiz edebiliriz, eğer yeterince sakinsek J. Örneği
basitleştirmekteki amacımız uygulama egzersizi yapmaya teşvik etmek; zorlu
durumlar için antrenmanlı oluruz, fena mı? 😊
Bu
uygulamaya benzer bir araç da, çok daha zor olmakla birlikte, sonuçları
itibariyle muhtemelen bizi fazlasıyla düşünmeye sevk edecek olan “saat başı günlük
egzersizi”dir. Bir İspanyol bilim insanı Morris Villarroel,
2010 yılında 10 yıllık bir deneye başlamış: Her günün her anını kaydetmek.
Ciltlerce yazmış, her birini tarih ve saatiyle sınıflandırıp hayatını analiz
etmiş. Neye ne kadar zaman harcadığı, hangi konuların dönüp dolaşıp zihnine
üşüştüğü… liste tahmin edeceğiniz gibi uzun. Ama Villarroel’e göre bu daha bir
yaşam için harika bir egzersiz, adeta zamanının genişlediğini, zamanını daha
anlamalı şeylere kullanmayı öğrendiğini söylüyor. Bunun basitleştirilmiş bir
örneğini uygulayıp (en azından) beynimizin
bir bilinçli takibi uygulamasına dönüştürebiliriz, değil mi?
[1] Schopenhauer adıyla bir
terapi yok, en azından bilimsel olarak J. Zaten bizim amacımız da
böyle bir iddiada bulunmak değil; bu tamamen Irvin D.
Yalom’un “Bugünü Yaşama Arzusu – Schopenhauer Tedavisi” (Pegasus Yayınları,
2017) başlıklı kitabından ilhamla bir benzetmeden ibaret.
[2] Schopenhauer, Parerga ve Paralipomena, Cilt 2, s.305.
[3] Irvin D. Yalom, a.g.e.
Yorumlar
Yorum Gönder