ÜNİVERSİTE EĞİTİMİ - BİLMENİZ GEREKENLER

Tükenmişlik sendromu kavramını (burnout) giderek daha fazla duyuyoruz. Bu kavramı dilimize pelesenk eden de iş dünyasında çalışanların giderek daha fazla strese maruz kalması. Ne yazık ki buna artık üniversite öğrencileri arasında da giderek daha fazla rastlıyoruz.

Bu yazıda, üniversite eğitiminizi daha az sorunla tamamlamanıza yardım edebilecek ve üniversite sonrası için de işinize yarayabilecek bazı önerilere değineceğiz.

1. Öncelikle neden üniversitede olduğunuzu ve motivasyon kaynağınızı netleştirin: “Öğrenmek gelişmenin en iyi yoludur ve bu da ancak çabayla olur” fikrine sahip öğrencilerin eğitim için daha fazla motivasyon bulduğu ve daha az stres yaşadığı biliniyor. Bunu her ders çalışmaya odaklanacağınız sırada hatırlayın. Öğrendikleriniz mutlaka bir şekilde size fayda sağlayacak; bu bilgiler daha sonra iş yaşamında hiç işe yarmayacak olsa bile, öğrendikçe “beyin kaslarınızın” yani zihinsel kapasitenizin arttığını unutmayın. Bilgiyle yoğrulup, bilgiyle boğuşarak gelişen beyniniz ileride en temel güç kaynağınız olacak.

2. Çalışmalarınızı ve kaydettiğiniz ilerlemeyi görselleştirin, izleyin: Dönemin başında hocanın dersin içeriğine ilişkin çizdiği çerçeveyi ara sıra gözden geçirin, hatırlayın. Planlı olun, yapılacakları adım adım listeleyip masanızda hazır tutun. Tamamladığınız her ders çalışma adımını da bu listede işaretleyin, ilerlemenizi kutlayın, kendinizi ödüllendirin.

3. Az da olsa her gün çalışmak, ara ara ve bir defada yoğun çalışmaktan iyidir: Her gün mutlaka bir ilerleme kaydedin, zor metinleri aşağıdaki metotla (madde 6) tekrar ederek özümseyin. Günde 1-2 saat çalışmayla yetinen öğrencilerin yeterince başarılı olamadıkları bir gerçek. Günde net 3-4 saatin altına düşmeyin. Tabii, okuduğunuz bölüm, konuya ilgi dereceniz, yeterli geçmiş altyapınızın olup olmadığı bu süreyi değiştirebilir. Yılmayın, yerine göre çalışma saatlerinizi uzatmanız veya biraz azaltmanız gerekebilir.

4. Dinlenmeyi ve yeterince ara vermeyi ihmal etmeyin: Ara vermeden çalışmak verimi düşürür, bunu biliyoruz, asıl önemli olan aralarda ne yaptığınız. Tekrar odaklanmanıza iyi gelecek şeyleri bulun. Spor, sosyalleşme, hobiler, müzik v.b. rahatlatıcı aktiviteleri yaşamınıza dahil etmeye çalışın. Tabii, bunlar içinde en önemlisi düzenli uyku, egzersiz ve dengeli beslenme.

5. Nihai hedefinizi gözünüzde canlandırın ve sık sık hatırlayın: Üniversite döneminin güzel günleri de zorlukları da var.  Ama sonunda elde edecekleriniz “hala” çok önemli; hala dememizin sebebi, araştırmalara göre, ne kadar yaygınlaşmış olursa olsun üniversite mezunu olmanın hala bir ayrıcalık ve ekonomik olarak çok cazip olması. Karamsarlığa kapılmayın. Sadece ekonomik yönü mü? Size şaşırtıcı gelecek belki ama üniversite mezunu olmanın size kattığı yeteneklerin daha iyi, daha mutlu ve hatta daha uzun bir yaşamı vadettiğine dair çok sayıda bilimsel araştırma var. Bunları göz önünde tutmak motivasyonunuzu artıracaktır.

6. Pasif okumaktan sakının, metotlu tekrar yapın, çok yönlü olun: Pasif okumak beyni yeterince uyarmaz, çabuk sıkılırsınız. Altını çizmekle yetinmek de pasiftir. Buna karşılık varsa konuyla ilgili test ve problemleri zaman geçirmeden tamamlamak, tekrar okumaları düzenli aralıklara yaymak, okudukça üzerinde düşünmek daha yararlı.

Alışık olmadığınız ve zor metinleri nasıl okuyacağınıza ilişkin, yine bu ayki dergimize yazdığım “Schopenhauer Terapisi Kitap Okumanın Zararlarına Karşı” başlıklı yazımdan bir bölümü aynen alıyorum:
“Herhangi önemli bir kitap … bir kez daha okunmalıdır. Zira öncelikle kitabın muhtevası bütünü itibariyle ikinci kez okunduğunda kavranılır ve başlangıç ancak son bilindiğinde gerçekten anlaşılır; ve buna ilave olarak, kitap ikinci kez okunurken kişinin içinde bulunduğu ruh hali ve zihin yapısı ilkinden farklıdır, dolayısıyla çoğu kez başka bir izlenim elde edilir; muhtemeldir ki muhteva başka bir ışıkta görünür.” (Arthur Schopenhauer)

İlk bakışta basit ve yeni bir şey söylemiyor gibi görünen bu ifadeler aslında çok önemli bir metodu anlatıyor. Bizi geliştirecek olan kitaplar, ilk okumada anlayamadığımız veya yeterince iyi anlayamadığımız kitaplardır. Bunlar için daha ileri bir zihinsel duruma/donanıma ihtiyacımız var. İlk okumada anlayamadığımızda stres veya paniğe kapılmadan ikinci, hatta gerekirse üçüncü, dördüncü... okumayı göze almamız çok önemli. Genellikle ikinci okumada zihnimiz bir kalıp/çerçeve (pattern) yakalar, beynimizin eşyayı bir düzen içinde görme eğilimi olağanüstü bir nimettir ve yılmadan devam ettiğimizde, gözümüzü korkutan bilimsel/felsefi metinlerden anlam çıkarmaya ve anladıkça da haz almaya başlarız. Bu bilinçle okumaya başlamak, ilkinde anlayamadığımızı gördüğümüzde yaşayacağımız panik, yılgınlık ve stresi büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

“İyi de, bir kitabı defalarca okuyacaksak hızımız kesilir, geride kalırız” diye düşünebilirsiniz. Ancak, burada zaten ilk okumada hemen anlayıp geçeceğimiz kitaplardan bahsetmiyoruz. Onlar için de metotlu bir tekrar (not alma, zihin haritası yapma v.b.) çok işe yaracaksa da, bizim için önemli olan ilk başta anlamakta zorlandığımız metinlerle karşılaştığımızda havlu atmadan yola devam edebilmek. Bu türden metinlerde, zaten normal olanın da tekrar tekrar okumak olduğu bilincine vardığımızda, bizi oyalamakta usta olan beynimizin oyunlarından kendimizi kurtarabiliriz. Hafızamızı yoklayalım, en çok oyalandığımız anlar, bize yılgınlık veren zor metinlere bir türlü başlayamamak değil mi? Beynimizin bizi oyalama taktiğinin temelinde bizi zorluklardan/acılardan koruma içgüdüsü yatar. İşte bu yüzden, defalarca okumanın normal olduğu bilinci, beynimizin bu türden oyalama çabalarını zaman içinde azaltacaktır ve biz, geri kalmak bir yana hızlanacağız.

Schopenhauer yoğun (tekrar tekrar) okumanın yanında “yazmaya” da vurgu yapıyor. Yazıyı uzatmamak için bu konuya fazla girmeyeceğim ancak şu kadarını hatırlatmama izin verin: Yazmak en sağlıklı düşünme metodudur. Yazarken farkındalığınız ve bilinç düzeyiniz en yüksek noktadadır. Okuduklarınıza ilişkin kendi cümlelerinizle alacağınız kısa notlar ve olabildiğince anahtar kelimelerle hatırlama, zihin haritası (mind map) v.b. görsel yöntemleri de kullanmak çok yararlı olacaktır. Zihin haritasına ilişkin kitap ve/veya interneti kaynaklarına göz atmanızı öneririm.

7. Fazla uzmanlaşma yerine çok yönlü/genelci (generalist) olmayı düşünün: Fark ettiğiniz gibi, hem üniversite başarısı ve hem de sonrası için söylediğimiz bu husus yaygın kanıya ters. Zira uzmanlaşmanın önemi inkar edilemez.

Ancak, dünyadaki değişimin hızı artık bir insanın ömrünü tek bir uzmanlık alanıyla tamamlamasına imkân vermeyecek gibi görünüyor ve bu bize daha geniş bir eğitim/yetenek yelpazesine yatırım yapmanın önemini gündeme getiriyor. Geleceği kimse tam olarak kestiremez, ancak aşırı uzmanlaşma yerine çeşitliğe vurgu yapan yayınları görmüşsünüzdür.

Bunun yaşam başarımız için ne anlama geldiğini bir kitap (Range: Why Generalists Triumph in a Specialized World -  David Epstein, 2019) üzerinden özetlemek istiyorum:

Epstein, bir alanda küçük yaştan itibaren uzmanlaşmanın, yaygın kanının aksine başarı için bir kural değil, istisna olduğunu vurguluyor. (Zaten o yaşlarda yaşam hedefimizi ne kadar isabetle bulabildiğimiz de tartışılır, değil mi?). Bunun yerine yeni dönemde (belki de her zaman olduğu gibi) “zihinsel çok yönlülük ve kişisel deneyimlerin asıl güç kaynakları” olduğuna dikkat çekiyor.

Epstein’ın okullardaki eğitim yöntemleri için söyledikleri de bu yönde: “Okullardaki yaygın tutum (tekrar tekrar benzer problemleri çözerek ezberleme) öğrencilere cevapları daha hızlı buldurabilirse de bilginin içselleştirilmesini önleyerek entelektüel kapasiteyi düşürür. Hızlı ve kolay bir şekilde öğretmeye/öğrenmeye odaklı yerleşik eğitim yöntemleri, bilgiye derinlemesine nüfuz etmeyi ve kalıcı olarak öğrenmeyi zorlaştırır. Oysa problemlerle boğuşarak çalışmak uzun süreli hafıza için daha önemlidir.”

Yaratıcılık her zamankinden daha önemli artık. Epstein’a göre, “Bir şey, ne kadar farklı ve çeşitli bağlamlar içinde öğrenilirse, o derece içselleştirilir ve öğrenci zihninde o denli soyut modeller oluşturur ve tek tek spesifik örneklere bağımlı öğrenme kalıbını da kırmış olur. Böylece öğrenciler öğrendiklerini daha önce hiç görmedikleri farklı farklı durumlara uygulayarak bilgiye daha iyi nüfuz ederler. Yaratıcılığın özü de budur”.

Epstein, hiçbir bilginin boşa harcanmadığını hatırlatıyor. İlgisiz (gibi görünen) çalışma alanları arasında keşfedeceğimiz bağlantılar çoğu zaman en dikkat çekici yeniliklerle sonuçlanabilir. Yenilikler, geniş ilgi alanı, soyut düşünmeye yatkınlık ve ara sıra başarısızlığa tolerans gösterdiğimizde daha kolay gerçekleştirilir.

Özetle, Epstein’ın bakış açısını da kendi durumunuz bağlamında düşünün, daha geniş bir ilgi alanında okumak, düşünmek hem üniversite hem de iş yaşamınızda işinize yarayabilir.

Başarı ve mutluluk dileklerimle, sevgiyle kalın. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar