TARİHİN EN BÜYÜK DENEYİ(Mİ)NE TANIKLIK


Harvard Büyük Deneyini (The Harvard Grand Study) bilirsiniz, projenin başkanlarından Robert Waldinger, araştırmanın 75 yılını anlattığı bir TED konuşmasında durumu şöyle özetliyor: “İyi ilişkiler bizi daha mutlu ve daha sağlıklı tutar. Bu kadar.”

Waldinger bunu şöyle açıyor: “İlişkilerle ilgili üç büyük ders aldık. Birincisi, sosyal ilişkilerin gerçekten yararlı olduğudur. Aileye, arkadaşlara, topluma daha sosyal bir şekilde bağlı olan insanların daha mutlu, bedensel olarak daha sağlıklı olduğu ve daha uzun yaşadığı anlaşıldı. Öte yandan, yalnız insanların mutsuz oldukları, sağlıklarının orta yaşların başlarında bozulduğu, beyin fonksiyonlarının daha erken gerilediği ve daha kısa yaşadıkları ortaya çıktı. Ama kalabalıkta da yalnız olabildiğinizi ve evliyken yalnız olabileceğinizi biliyoruz, dolayısıyla aldığımız ikinci büyük ders, arkadaşların sayısının değil, yakın ilişkilerin mahiyetinin önemli olduğu. Örneğin, şiddetli geçimsizliğin olduğu evliliklerin sağlığımıza zararlı olduğu, belki de boşanmaktan daha kötü olduğu anlaşıldı. Anlaşmazlıkların ortasında yaşamak sağlığımıza zararlı. Güzel, sıcak ilişkiler yaşamak ise koruyucudur.”

Waldinger’in vurguladığı gibi araştırmanın sonucu, insan ilişkilerinde kalitenin ve mutluluğu destekleyici bir sosyal ortamın önemini net biçimde ortaya koyuyor.

Bugünlerde tanık olduğumuz ise bizzat bizlerin, hepimizin ve tüm insanlığın eş zamanlı olarak içinde yer aldığı olağanüstü bir deney adeta. İnsan nüfusunun 8 milyara yaklaştığı göz önüne alınırsa, tarihte bu ölçüde “ortak insanlık deneyi(mi)inin” yaşanmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. En büyük bütçeli araştırma fonlarının bile boyunu aşan kapsamlı ve zor bir insanlık deneyiminden geçiyoruz.  

Harvard deneyinin insan mutluluğu için ortaya koyduğu temel değer olan iyi insan ilişkileri, bambaşka bir şekilde hayatımıza yön vermeye aday. Söz konusu araştırma bize sevgi, yakınlık ve empatinin merkezde yer aldığı bir hayatın mutlu ve anlamlı olduğunu, aksinin ise (daha kötüsü, “anlaşmazlıkların ortasında yaşamanın”) sağlığımızı bozup ömrümüzü kısaltacak kadar zararlı olduğunu vurguluyordu. Bugün ise dünyada 3 milyona yakın insanı hasta eden ve çoğumuzu da evlere kapatan minicik (tüm dünyadaki toplam ağırlığı ancak 1 gram) bir varlık, bu temel değeri bize daha yakından deneyimletiyor.

Karantina günlerinden önce hızla akan ve çoğumuza akıntıya kapılmışlık duygusu veren koşuşturma hali, hem en temel mutluluk hem de en önemli sorunumuzun kaynağını, yani insan ilişkilerinin kalitesini, yeterince idrak etmemizi engelliyordu belki de. 

Karantina günleri birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bizi bir sınava tabi tutuyor. Bu süreç aynı zamanda içselleştirilmiş değerlerimizin alışkanlıklar üzerinden kişiliğimizin bir parçası haline gelmesini ifade eden karakterimizin de bir sınavdan geçmesi demek. Kendimizle ve/veya yakınlarımızla hiç olmadığı kadar bir arada olduğumuz bu günler karakterimizin (içselleştirilmiş değerlerimizin) temel mutluluk kriteri olan insan ilişkileri kalitesine ne ölçüde katkıda bulunduğunu veya engel olduğunu gözlemleme açısından büyük bir fırsat veya tam anlamıyla bir sınav. 

Kendimizle başbaşa kaldığımızda nasıl bir ruh haline bürünüyoruz? 

Kendimizle yeterince barışık mıyız? 

Boş zamanlarda kendi zihni içinde mutlu olabilmeyi başarabiliyor muyuz? 

Bunu bir fırsat sayıp hiç olmadığı kadar okumaya, öğrenmeye ve düşünmeye mi yöneliyoruz, yoksa sıkıntı içinde bir an önce dışarıya, hayatın hızlı aktığı normal zamanlara dönmeyi mi arzuluyoruz? 

Tersine, aile üyeleri ile eskisinden çok daha fazla bir arada olduğumuzda daha mı mutluyuz, yoksa daha mı gerginiz? 

Daha önce yeterince zaman bulamadığımız için yapamadığımız sevdiklerimizle bir arada olmanın tadını mı çıkarıyoruz, yoksa daha önce gözümüze batmayan bazı şeylerin ilişkilerimizi zedelediğine mi tanık oluyoruz? Nitekim bazı haberlerde Batı’da aile içi kavga ve şiddetin arttığı, alkol tüketimi ve verimsiz zaman öldürmenin yaygınlaştığına dikkat çekiliyor. (Belki de tersi, yani empatik ve dostane ruh hali, daha yaygın.  Malum olumsuz haberler daha çok dikkat çeker ve daha çok yayılır). 

Bu saydıklarımızın bir kısmı kişiliğimizin (personality), yani doğuştan gelen özelliklerimizin sonucu olup bir kusur değil. Sözgelimi kimimiz yalnız kalmaktan çok bunalır ve sosyal ortamlarda zaman geçirmekten hoşlanırken, kimimiz de böyle ortamlarda sıkılır, kendisi ile veya yakın çevresiyle daha fazla zaman geçirmekten hoşlanır. 

Ancak yukarıda saydıklarımızın önemlice bir kısmı ise içselleştirdiğimiz değerlerden yani karakterimizden (character) kaynaklanır ki işte bu kısım doğuştan gelen bir özellik değil, büyük ölçüde kendi eserimizdir. 

Zira karakter yaşam maceramızdaki ilk ve en büyük eserimizdir. Dahası karakterimiz kaderimizdir. Karakter büyük ölçüde bizim seçimlerimizin sonucudur ve kaderimizi belirleyen en önemli etkendir. (Bu konu, bir blog yazısının sınırlarını fazlasıyla aşacak ölçüde geniştir. Konunun meraklılarına Kitapyurdu Yayınlarından yeni çıkan Karakter Kaderdir 1. Kitap: Sevgi ve Empati Karakteri başlıklı kitabımızı tavsiye ederiz).

Karantina günlerinin bu yönü ve hayatın daha birçok alanı hakkında düşündürdükleri üzerinde daha fazla durmalıyız zira belki de tarihin büyük dönüm noktalarından birini yaşıyoruz. Konu geniş ancak yazımızın da sonuna geldik. Takip eden yazılarımızda bunlara yeri geldikçe değineceğiz.

Yazımıza son vermeden önce, yukarıdaki örneklerden konuya sadece evde kalabilme imkanına sahip olanlar açısından bakmadığımızı önemle not edelim. Madalyonun çok önemli başka bir yüzü var ki, yerimiz yetmediğinden bu yazıda ancak şu kadarına dikkat çekmekle yetiniyoruz: 

Karantina günleri toplumlar için de bir sınavdır ve neticede bireyler gibi toplumların da bir baskın karakter özelliği vardır. Böylesi büyük bir salgında topluma hizmet için her zamankinden daha fazla ve canı pahasına görev yapan başta hekimler, sağlık çalışanları, kargo ve market çalışanları olmak üzere büyük bir kesim de var. Onlara her zamankinden daha fazla minnet duyuyor ve değerlerini anlıyor muyuz? Esasen her bir mesleğin aynı zamanda bir insanlığa hizmet faaliyeti olduğunu ve bunun temeli olan karşılıklı bağımlılığın ne büyük bir değer olduğunu daha iyi fark ediyor muyuz? Tüm insanlığı aynı hayat-memat sorununda birleştiren bu ortamda merhamet ve empati duygularımız ne derece diri? Aynı gezegenin sakinleri olarak “aynı gemide olma” halinin ne derece farkındayız? İmkanı olanların evde kalmalarının bir dezavantaj değil lüks olduğunu çünkü geçimini temin etmek için her gün çalışması gereken milyonlarca insanı görebiliyor muyuz? Dahası, tüm dünyada toplumların büyük bir kesimin işlerinin ortadan kalktığı ve ciddi bir ekonomik bir zorluk yaşadığını? 

Böyle günler aynı zamanda (hatta öncelikle) insanlığımızın da test edildiği bir sınav. Sınav, yani tek tek her birey ve tüm insanlık olarak daha ileri bir seviyeye geçme veya geçememe süreci. Malum sınavlar kişilerin daha ileri seviyeye geçmelerini ölçmek içindir ve bugünlerde bu süreci tüm insanlık olarak yaşıyoruz. 

Ancak biz, milletimizin âlicenap karakterinin bariz göstergesi olan empati, hakkaniyet ve merhamet duygularının çok yüksek olduğunu ve insaniyet adına bu süreçten alnının akıyla çıkacağından eminiz. Umut ve duamız odur ki, bu zor günler tüm insanlar için bir an önce son bulur ve aldığımız ders ve ilhamlarla tüm insanlık ailesi olarak daha ileri bir medeniyet düzeyine yelken açarız.

Sevgiyle kalın.

Yorumlar

Popüler Yayınlar